Yazı günüm geçti. Başka bir yazı kaleme alamam. Beni bağışlayın…
Zayıf ya da kuvvetli olmayı aşan bir duygunun sarmalındayım.
Babam Selahattin Atilla vefat etti. Ben de pek yaşıyor sayılmam.
Hayattaki en büyük korkum babamın vefat etmesiydi.
Bu korku beni her zaman gergin yaptı. Bundan sonra ne yapar bilmiyorum.
Annemle babam yollarını ayırınca, ben babamın yanında kaldım.
Birbirimizi hiç terk etmedik. 6 kişilik bir çekirdek aileydik ama kaderin tecellisiyle, hiçbir zaman bir arada fotoğrafımız olamadı.
Birimiz hep eksik kaldı kadrajda…
Babamın gözleri, teri, nefesi, hep şefkat kokardı.
Namusluydu.
İdareciliğini yaptığı Üniversitesinin yılbaşı takvimlerini bile devlet malıdır diye eve getirmezdi.
Onlarca kişiyi iş sahibi yaptı. Abisine, kardeşine düşkündü ama birçok emeli gibi bu isteği de karşılık bulmadı.
Benim babam cesurdu.
Vaktiyle, gençliğe ilk adım attığım dönemde kalabalık bir grup bana tuzak kurmuş, önümü kesmişti. Yanımdakiler beni yalnız bırakmıştı ama babam herkese meydan okuyarak beni korumuştu.
Ben de onu hiç terk etmedim.
9 yaşındaydım.
Babam eve gecikince koynuma bir bıçak saklamış, babamı aramaya çıkmıştım.
Hep anlatırdı bunu.
Gurbete de gitmişti babam. Almanya’ya…
Gurbette Paşabahçe bardağını görünce Türkiye’yi hatırlattığı için ağlayan babam beni çok özlemişti. Ben de babamı. Hasret gidermek için resmimi istemişti Almanya’ya…
6 yaşındaydım. Stüdyoda poz vermek için elime bir bıçak tutuşturdular.
Bıçağı yere atarak, “Ben babamın karşısına bıçakla poz veremem.” demiştim.
Yanında ayağımı ayağımın üstüne hiç atmadım, sigara içmedim. Asla karşı gelmedim.
Son iki yılda durumu ağırlaştı.
Onlarca kez hastaneye kaldırdık.
Onlarca kez eve ambülans geldi.
Her gece nefesini kontrol ettim.
Her an dua ettim, yüzlerce dosttan dua istedim babam için.
Rabbime dedim ki, “Bir yıl daha rabbim. Benim evlendiğimi görmek istiyor, bir yıl daha yaşasın babam. Şayet babamın yaşaması için benim tüm sevaplarımı silmen, benim ömrümden alman gerekiyorsa sevaplarımı sil, ömrümü babama ver ama yaşat…”
Yaşatmadı…
Böyle uygun gördü rabbim.
Ellerimle kabre indirirken söz verdim, yemin ettim babama.
Kulağına şunları söyledim, “Senden önce cennete girmeyeceğim. Senin cennete girdiğini görmeden, cennete girmeyeceğim…”
Toprağı üzerine attım. Yine rabbime, “Babamı şanına layık ağırla.” dedim.
Acı değil bu. Başka bir şey.
Tanımsız, izahsız bir durum.
Hiç kimse benim kadar kıyametin kopmasını isteyemez.
Kopmalı ki buluşmalıyız.
Kabrin nur, mekanın cennet olsun babam…
Ben şu kainatta en çok seni sevdim.
Dostlar sağolsun
Hayatımın en acı gününde telefonla, bizzat gelerek destek olan tüm dost, arkadaş ve tanıdıklarıma teşekkür ederim. CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu’na, Ankara Belediye Başkanı Melih Gökçek’e, DP Lideri Gültekin Uysal’a, İzmir Milletvekili Dr. Aytun Çıray’a, Ankara Milletvekili Bülent Kuşoğlu’na, Mansur Yavaş’a, Enis Berberoğlu’na, Rahmi Turan’a, Metehan Demir’e, Murat Büyükçelebi’ye, Uğur Dündar’a, Emin Çölaşan’a, Halil İbrahim Özsoy’a, Süleyman Soylu’ya, Faik Tunay’a, Ahmet Toptaş’a, Erkan Tan’a, Abdullah Abdülkadiroğlu’na, Yılmaz Tunca’ya, Sadettin Saran’a, Dr. Mahmut Koçak’a, Tamer Korkmaz’a, Ahmet Saydam Yalçın’a, Metin Işık’a, Şahin Mengü’ye, Sebahattin Önkibar’a, Hadi Özışık’a, Ufuk Söylemez’e, Sedat Bozkurt’a, Nuray Başaran’a, Nuran Yıldız’a, Salih Uzun’a, Adnan Yüce’ye, İhsan Mazlum’a, Deniz Gürel’e, Nevzat Şahan’a, Oğuz Sinan Dişli’ye, Hüseyin Avuç’a, Ergun Aksoy’a, Barış Aydın’a, Tunay Demirtaş’a, Mehmet Kara’ya, Ayşe Sucu’ya, Veli Toprak’a, Sinan Burhan ve Ersin Tokgöz’e çok teşekkür ederim. Bu acımda görmediğim, ismini unuttuğum tüm dostlardan özür dilerim.
Her yerde o var
Babamın vefatını geç duyan Ankara Valisi Alaattin Yüksel taziye için basın danışmanı Hıdır Eraslan’la Turktime’a geldi. Babasını 45 yaşında kaybeden Vali Yüksel’in anlattıkları kelimelere dökemediğim hislerime tercüman oldu. Yüksel, “Babamın mezarına gidince kımıldayan her yaprağı, çevrede uçan her kuşu babam sanıyorum” dedi.
*Bu yazı Talat Atilla'nın Güneş Gazetesi'ndeki köşesinden alınmıştır...