Seçilmiş iktidarlara yapılan/yapılacak demokrasi dışı baskılara olduğu gibi iktidarların da kendisini seçmeyenleri ötekileştirme teşebbüslerine itiraz etmeye devam edeceğim.
Çalışacaksın, beğenmediğin iktidarı sandıkta götüreceksin. Bunun dışında yan yollardan sapılan hiçbir argümana saygı duymam.
Cemaatin zirve yaptığı yıllar…
Herkes adeta cemaate üye olmak için manevi dilekçe veriyor.
İzlenen ve popüler bir kanalın sabah programına konuk oldum.
TV’de, “Cemaat ile CHP beraber hareket ediyor. Hatta, Cemaatin binalarının ruhsatlarını CHP’li belediye verdi” dedim.
Aman Allah’ım!
Kıyamet koptu!
ÖZÜR DİLE, YOKSA…
Sosyal medyada linç, maillerle hakaret, tehdit!
Ve programın ünlü yapımcısı büyük panikle yanıma geldi;
“Talat, hemen yarin televizyonda çıkıp özür dilemen gerekiyor. Seni de beni de mahvedecekler!”
Ben güldükçe, programcı sinirleniyor! (Ciddi konularda gülme krizi gelir bana. Hatta yıllar önce ciddi bir konuyu anlatırken gülme krizinden dolayı tv yayını kesilmişti!)
Dedim ki; “Hata yapsam hemen özür dilerim ama ne yalan söyledim, ne de hata yaptım asla özür dilemem!”
Baktım ısrarla devam ediyor, “Vallahi özür dilemem” deyince, “Eyvah, yemin de ettin huyunu bilirim. Şimdi bittik!” diyerek son şansını şu sözlerle denemişti;
“Talat, gazetenin yöneticisi beni aradı. (Zaman gazetesinden söz ediyor…) Zaten Talat, hocaefendi için Mavi Marmara baskınındaki sözlerinden dolayı Güneş’te densizlik yaptı. Bununla bardağı taşırdı diyorlar. Vallahi sıkıntı büyük!”
(Cemaatin densizlik yaptığımı iddia ettiği yazım şuydu;
Fethullah Gülen Mavi Marmara baskını sonrasında, ‘Türkiye İsrail’den izin almalıydı’ sözlerini sert eleştirmiştim. Her yazımla gurur duyamam ama o yazımla dün de, bugün de gurur duyuyorum…)
Velhasıl özür dilemedim ve kimselerin bilemediği çok sıkıntılı aylar geçirdim cemaatin baskısı ile…
ERDOĞAN, EKREM DUMANLI’YI NEDEN ARADI?
Bu olayla ilgili son not;
Cemaatin bu kadar üstüme gelmesinin nedenlerinden birisini de yıllar sonra öğrendim.,
O sabah tesadüfen programı izleyen Başbakan Erdoğan, Zaman’ın o dönemki genel yayın yönetmeni Ekrem Dumanlı’yı arayarak, “Şimdi seyrettim. Binanızın ruhsatını CHP vermiş. Siz hem bizi, hem de CHP’yi aynı anda mı idare ediyorsunuz!” diyerek Dumanlı’dan hesap sorunca, Dumanlı’da benim için düğmeye basmıştı ama tüm düğmelerin Allah’ın elinde olduğunu Allah ona hatırlatttı!
Daldan dala geçtiğimin farkındayım ama dallar birbirine bağlı!
Asıl konuya geçmeden bir girizgah yapalım;
SU VERMEDİLER, FELLİK FELLİK KAÇTILAR!
28 Şubat döneminde Gündüz gazetesinde yazdığım köşe yazımdan dolayı Hakim Orhan Karadeniz’in başkanlığını yaptığı DGM’de; 1’i asker, 3 sivil hakimin beni 1 yıl 8 ay hapis cezasına çarptırması, laiklik tanımını tersten okuyanların eseriydi.
Cezam 5 yıl tecil edildi.
5 yıl içinde başka bir ceza daha alırsam, bu verilen 5 yıl da üzerine konularak cezamın infaz edileceği, gazetecilerin de bulunduğu ortamda yüzüme okunarak denetimli serbest bırakıldım.
Sağcı, solcu, muhafazakar, ülkücü, marksist herkes fellik fellik kaçtı benden.
Bırakın işe almayı, su vermediler bana.
Daha da ötesi;
Çalıştığım gazete, dönemin etkin bir Bakanı’nın baskısı ile yazılarıma son verdi.
MUHAFAZAKAR GENEL BAŞKAN VE BAKAN HANGİ YAZARI İŞTEN ATTIRDI?
Ciddi olan şeylere gülerim ya!
Beni güldüren de; İşime son verdiren O Bakan’da, işime son verilmesi için aracı olan o genel başkanda muhafazakardı!
O Bakan’a da, o genel başkana da kırılmadım. Çünkü, siyasetin çürütücü bir mekanizma olduğuna, ödül ve mükafatın Allah’tan geldiğine inanan sıradan bir insanım ben.
Ve Allah şahit ki, bu fakir; hayatının hiçbir döneminde ne cemaat, ne iktidar hiçbir güç erkinin etkisine girmedi.
Cemaati herkesin ya da çoğu kişinin kucakladığı dönemde de, hem televizyonlarda hem de yazdığım tüm mecralarda da eleştirdiğim gibi, mevcut hükümetin başta çözüm süreci olmak üzere bir çok icraatına, hükümete yakın kabul edilen 10 yıl yazarlık yaptığım gazetede de itiraz ettim.
Türkiye’nin şartları belli. Yazabildiğim kadar, söyleyebildiğim kadar elbette.
Bu uzun girizgahı TBMM Başkanı İsmail Kahraman’ın,”Yeni anayasada laiklik olmamalı” sözleri üzerine yaptım.
Kahraman’ın bu sözleri dil sürçmesi değildi, çünkü metinden okudu. Daha sonra da geri adım attı.
Kahraman’ın sözlerine katılmıyorum ama madem sözlerinde samimiydi, bu sözlerine inanıyordu, neden geriye adım attı?
Demek ki, bir nabız yokladı, baktı ki nabız hızlı atıyor geriye çekildi.
İşte ben bu tavırları sevmiyorum.
“Siyasetin kuralı böyle…” gibi sözler zaten genel siyasetin kalitesini açıklamaya yetiyor.
Türkiye’nin birikimi, laik ve dinini istediği gibi yaşamaya yetecek olgunluğa ulaşmıştır.
Laik Devlet, İslam’a aykırı değildir.
Ortadoğu örneği gözümüzün önünde duruyor.
ORTADOĞU VE CEMAAT ÖRNEĞİ KARŞIMIZDA DEĞİL Mİ?
Bırakın Ortadoğu’yu, yakın tarihimizdeki cemaat örneğini halen sıcağı sıcağına yaşıyoruz.
Laiklik kalktığı anda, başka başka cemaatler, kendilerinden olmayana su bile vermeyeceklerdir.
Laiklik kavramının; hangi inanç gurubundan olursa olsun, dini vecibelerini yapma, kısıtlama, yasaklama, ve elbette dini vicdana hapsedip, yaşamın içinden çekme teşebbüsü de olmamalı…
Laiklik, dine ayar verecek bir üst kurum olamaz. İnanç bu... Kilise de, Havra’da yaşayana gösterdiğin empatiyi laiklik kisvesi altında Müslüman’dan esirgediğin zaman bunun adı laiklik değil, laikçilik olur ki; bunu bu topraklara kabul ettirmezsiniz.
Her toplumun farklı bir dini, örf ve adeti var madem. O zaman Hiristiyan Laik kavramı yerine bize özgü ve toplumsal dinamikleri karşılayan bir laiklik kavramıdır doğru olan.
Laiklik tartışmasını, bu arz etmeye çalıştığım sosyolojik dinamiğin bitireceğini düşünüyorum.
İşte bu şartları barındıran laiklik, yalnız Devleti ve Milleti değil, İslam’ı da koruyan bir zırh görevini görecektir.
Finali şöyle yapalım;
“Dilesem, herkesi iman eder üzere yaratırdım” diyen bir Allah’ımız, diğer taraftan, “Benim gibi inanacaksın!” diyen bir insanoğlu var!
Sevgi ve akılla birbirimizi daha iyi anlamaya ihtiyacımız var.
Birbirimizi sevmek, anlamak o kadar da zor değil!
En azından deneyebiliriz!