Kaç yıldır vesayet, sivilleşme, demokratikleşme, hukukun üstünlüğü, sivil anayasa gibi kavramları tartıştık. Tartışmakla kalmadık fiiliyata da geçtik, birbirimizi yedik. Genelkurmay Başkanımızı dahi terörist ilan ettik. Bazılarımız bu konularda tavizsiz ve kayıtsız-şartsız bir tavırdaydı, bazılarımız ise devletin aliliği, birilerinin bu işleri istismar etmesi gibi gerekçelerle tartışıyordu. Üstelik bu tartışmalar siyasileşmiş, kutuplaşan Türkiye siyaseti bu kavramları da siyasetin malzemesi yapmıştı. Yaşantımız ve toplumumuz değişti, hatta maalesef inançlarımız dahi bu siyasileşmeden kurtulamadı… Sonra Şubat 2012’de garip ve çok ani bir şey oldu; Tartışanlar görüşlerini karşı taraflara kaptırdılar… Yeni duruma çok yazar ve yorumcu hemen uyum sağladı ama bazıları bir şeyleri fark etti. Örneğin 17 Şubat tarihli yazısında Yeni Şafak’tan Yusuf Kaplan ilginç bir yazı yazmış. Bazı bölümler aktarıyorum;
Dünyadan el etek çektiğim, hedefe kilitlendiğim bir sırada, bu ülkenin müslümanlarının, galibi yalnızca "şeytan/lar" olacak kirli bir "iktidar savaşı"nda, sorumsuzca hareket ettiklerini görünce, sarsıldım.
Bu ülkenin en âkil insanları bile, hem "fitne" uyarısında bulunuyor, hem de "madem külfetler paylaşıldı, nimetler de paylaşılsın!" çağrıları yapabiliyorlar! Dahası, tarafların, bizimle alay edercesine pozisyonlarını terk etmemekte ısrar etmeleri, kimseyi dinlemeye niyetli olmamaları, ürkütücüdür.
…
Felâket tellallığı mı yapıyorum? Ne münasebet! Asıl felâkete dikkat çekiyorum. Mesele, görünüşte, "MİT-Yargı-Emniyet" kavgasıdır; ama gerçekte, Müslümanların, her tür iktidar biçimiyle, sekülerizmle, dünyevîleşme hırsıyla ve ihtirasıyla imtihanıdır; dahası, küresel düzenbazların tuzağına düşmeleridir. Üstelik de hiçbir mesele, İslâmî bir çerçevede halledilmemişken; bizim bu ülkeye ve bu dünyaya Müslümanlar olarak ne/ler sunabileceğimiz meselesi, hatta temel varoluş sorunlarımız üzerinde dikkate değer hiçbir -zihnî- çaba ortaya konul/a/mamışken.
…
Zaman'ın, TRT Haber'in son günlerde İran'la ilgili yaptığı yayınlar, Siyonistlerin, zorba küresel şebekeler'in yayınlarından farksız ve bu durum beni ürkütüyor bir Müslüman olarak.
…
Müslüman grupların, hareketlerin, cemaatlerin sömürgecilik sonrası döneme ilişkin ciddî bir hazırlıkları yok. Hâlâ küresel sistemin projelerini uygulamakla meşguller ve bunun kavgasını veriyorlar, üstüne üstlük de!
Tıkanan küresel sistemin, "insanlığın önündeki tek seçenek" (Baudrillard) olarak gördüğü İslâm'ın yeniden tarih yapacak bir aktör konumuna gelebilmesini önlemek amacıyla çok yönlü operasyonları devreye girdirdiği ve yeni bir dünyanın kurulması sürecinde, derin tarihî tecrübemizi esaslı bir medeniyet fikriyle harekete geçirebileceğimizin küçük de olsa ipuçlarını sunabildiğimiz için bütün dünyanın bize baktığı bir zaman diliminde, Müslümanların meselesi, küresel sistemin çarklarını daha iyi döndürecek bir "iktidar kavgası" vermek olabilir mi?
Neyin kavgasını verdiğimizin farkında mıyız acaba?
Birkaç ay önce “Piyasa İslamı” adlı bir kitap tanıtmış ve Müslüman toplumların bu şekilde tüketim toplumunun çok uyumlu bir parçası haline geldiklerini, siyaseten de bu uyumu gösterdiklerini anlatmıştım. Alternatif bir kültür ve medeniyet oluşturmadan, bu çabayı göstermeden sadece kapitalizmin bir parçası ve siyaseten de oyuncağı olunabilineceğini anlatmıştım. Bunu fark edenlerin olduğunu görmek beni mutlu etti, paylaşmak istedim…