“Ne zaman adam oluruz” yazımdan sonra Fatih Altaylı aradı.
Kendisinin arkamdan konuşmadığını, aksine her yerde benimle ilgili güzel sözler kullandığını söyledi.
Kendisine “Doğrulundan kuşkulanacak bir kaynak olsaydı, yazmazdım” deyince, yemin alarak bunun yalan olduğunu ifade etti.
Bununla da yetinmedi.
Haber kaynağımla istediğim yerde yüzleşmeye de hazır olduğunu söyleyince, Altaylı’ya inanmaktan başka çarem yoktu…
Haber kaynağımı doğal olarak açıklamayacağım ama, söylediği sözlerin arkasındaysa, ortaya çıkıp adam gibi konuşmalı.
Bu noktadan sonra ortaya çıkıp konuşmazsa, kendisine olan güvenim tamamen biter.
Bunu da böyle bilsin.
NE YAZMIŞTIM?
Ne zaman adam oluruz?
Genelde gündelik hayatta, özelde medyada kural şu: İlişki her şeydir. Kural bu olunca “varlığım medyadaki varlığıma armağan olsun” zihniyeti ile var olanlar/olabileceğini sananlar, bu kuralı “İlişkide yaranmak her şeydir” şekline dönüştürmede zorlanmadılar. Bu tavır istisna olsa, güler geçeriz. Ama değil.
Kuralın bu olduğunu bilmeme rağmen bu bilgi objesini inanç objesi olarak görmedim hiç. Samimiyeti sahte yaranma gösterilerine, haksızlığın karşısında durmayı her ne olursa olsun güçlüyle iyi geçinmeye değişmedim. Samimiyetim zafiyet olarak algılandı çoğu zaman ama ben, değişmedim.
Bunları neden diyorum?
Şundan…
Emin Çölaşan röportajından sonra bazı gazetecilerden “Fatih sana köpürmüş, konuştuklarını duymak istemezsin.” şeklinde telefonlar aldım…
Basın dünyasının buz üstünde nefes aldığını bildiğim için bu sözleri Fatih’le aramı bozmak isteyenlerin işi diye düşünüp üstünde durmadım…
Ta ki, sözlerinden şüphe etmeyeceğim bir gazeteciden duyana kadar…
Altaylı, canımı sıkan sözleri köşesinde yazmış olsaydı, ya da direkt bana söyleseydi yine üzerinde durmazdım ama bu farklı bir durum.
Arkadan konuşma tavrı benim için saygıyı hak etmeyecek bir duruş.
Arkamdan konuşan kişi değer vermediğim, bana hınç duyan biri olsa, güler geçerdim ama Altaylı için bunu yapmayacağım…
Üzerinde durmaya değecek bir geçmiş var…
Altaylı ile tanışıklığımız 2-3 yıl öncesine dayanıyor.
Ben aradım kendisini…
“Nasılsınız, neler yapıyorsunuz?” dedim.
“Ne yapayım? Boş boş evde oturuyorum.” dedi.
“Buyur, Turktime’de yaz” dedim.
Kabul etti.
1 seneye yakın güzel yazılar yazdı Turktime’da…
Şu yazıyla da veda etti Turktime’a;
Veda
Değerli Turktime okurları. Bu okuduğunuz satırlar, Turktime'da yazdığım son satırlar. Sevgili Talat Atilla, yazı yazacak bir ortam bulamadığım ve sadece kendi adımı taşıyan internet sitemde yazabildiğim dönemde bana bu sitenin kapılarını açtı. Sağolsun bana bir de "Başyazarlık" unvanı layık gördü. Kendisine minnettarım. Ancak bir gazete çıkarıncaya kadar bundan böyle sadece HaberTürk internet sitesinde yazacağım. Bugüne kadar gösterdiğiniz ilgi için hem sizlere, hem de Talat kardeşime çok teşekkür ediyorum.
Fatih Altaylı / 02.12.2007
Altaylı Turktime’da yazarken de, Habertürk’e geçtikten sonra da iletişim içinde olduk.
Karşılıklı görüş alışverişinde bulunduk.
Çölaşan röportajından kısa bir süre önceydi.
Bir vesileyle beni aradı.
Aradığı konu bitince kendisine“Röportaj yapalım.” dedim.
“Röportaj kolay yaparız, seninle bir yemek yiyelim.” dedi.
“Tamam” dedim. Başarı dileyerek kapattım telefonu.
Bunları niye anlatıyorum?
Çölaşan röportajına kadar aramızda tek bir problem olmadığını aktarmak için…
Emin Çölaşan röportajının anonsunu verdiğim gün Fatih Altaylı yine beni aradı.
Hal hatır faslından sonra, “Ne yapmış bu adam böyle ya? Bir gazeteye ancak bu kadar zarar verilebilir?” diyerek röportajı yayınlamamın Ciner Grubu’na büyük zarar vereceğini söyledi.
Kendisine “Anons verdiğim için haberi geri çekmem mümkün değil. Çölaşan’ın Ciner’le ilgili sözlerini başlıktan alıp, içeriye bir yere koyayım” dedim.
“Valla iyi olur” dedi.
Kısa bir süre telefonda düşündüm ve bu fikrimden vazgeçtim. Kendisine de, “İzleyici manşetten verdiğim haberi içeri gömülmüş olarak görürse, bu sefer de baskı altına alındığımızı düşünebilir. En iyisi Çölaşan röportajının böyle çıkması.” dedim.
“Haklısın” dedi.
Gerisi malum.
Kendi yazdığı siteye verdiği röportajda Çölaşan’a belediye muhabiri muamelesi yapınca, Çölaşan da Ciner Grubu ile iplerini kopardı.
Ve Fatih Altaylı bu röportajdan dolayı kapı arkalarında bana veryansın etmiş…
Yakın dostlarının “Dikkatli ol, vefasızdır. Gün gelir aleyhine konuşur, yazar.” ithamlarını hep kuyruk acısıyla söylenmiş sözler olarak gördüm…
Hatta Altaylı’ya eleştiri dozunda aşırıya gidenlerle tartıştığım zamanlar da oldu.
O’nu samimi gördüm.
Kendisinden tek bir talebim, tek bir ricam, ya da beklentim olmadı.
Bir tek konu hariç.
O da Turktime’da yazdığı bir yazı nedeniyle Aydın Doğan, bana ve Altaylı’ya 50’şer milyarlık dava açınca ortak avukat ricam oldu.
Bunu da, savunma geliştirirken ortak mantık olsun diye istedim...
Vefa beklentisi sıfır bir adam olarak, Fatih Altaylı’dan da vefa beklemedim.
Bir eksik bir fazla fark etmezdi çünkü.
Ama şunu gördüm: Tüm vefa söylenceleri doğruymuş. Yazık!
***
Başlıkta sormuştum; “ne zaman adam oluruz?” diye.
Sanırım arkadan konuşmadığımız zaman…