Vakit darlığından yazılarımı sık sık güncelleyemediğim için özür dilerim. Biliyorum; mazeretin bir anlamı yok ama yine de bir özür borcum olduğu açık.
Bir önceki yazımla ilgili değerli yorumcu dostların eleştiri ve onaylarına teşekkür ederim. Her bir yorumdan, şu ya da bu şekilde istifade ediyorum ancak;
Bazı yorumcu dostların yorumları eleştiri sınırlarını zorluyor.
Yazı yazan kişi açık bir hedeftir. Yorumcu; bilinmeyen x arkadaş.
Görünmediğiniz/görünemediğiniz bir yerlerden hakaret etmekten daha kolay ne var?
Beni kendi yerinize koymanız anlamanız için yeterli.
Yani; Sütre gerisinden açık hedefe ateş etmek çekici ve kolaydır.
Neyse…
Meramımı anlatamadığım okurlarıma şunları söylemek isterim;
Cumhuriyet kurulduğundan bu yana şu ya da bu sıfatlarla; seçilmiş iradenin önüne geçmek, yönetmek ve etkilemek için oluşturulmuş yapılar her zaman oldu.
Bu yapıların tetiklediği unsurların darbelerin önünü açtığını Cumhuriyet tarihine göz atan herkes rahatlıkla görebilir.
Buraya kadar sanırım itiraz eden hiç kimse olmaz.
Türkiye’nin ikiye bölündüğü nokta; Ergenekon böyle bir yapı mı, yoksa böyle bir yapının varlığı bahane edilerek Türkiye dönüştürülüyor mu?
Açık söyleyeyim;
Ben dahil bir çok kişinin kafası fena halde karışık.
Sabah yaptığımız analizle, ya da iç sesimizle, akşam yaptığımız analiz arasında bile derin bir çelişki var.
Düşünen, gören, hangi taraftan olursa olsun militan bir yapıya teslim olmayanlar için tabi…
Bombalara, belgelere, şahitlere baktığımızda, “Evet ya, böyle bir illegal yapı varmış ve bu yapı sivil siyasetin düşmanıymış” diyoruz.
Bazı içeriye atılanlara baktığımızda da, “Yoksa, yanıldık mı?” diye içimiz içimizi yiyor.
Kişisel düşüncemi defalarca aktardım;
Şimdiye kadar ele geçirilen belgeleri yok hükmünde görmek mümkün değil.
Türkiye’nin defalarca darbenin kıyısından döndüğüne dair kuvvetli emareler var.
Buraya kadar tamam.
Tamam olmayan şu;
Örneğin; Nedim Şener’in darbeye katkı verdiğine; aklımız, vicdanımız ikna olmuyor.
En basit deyişle;
Eline kalemden başka bir şey almamış, şiddeti övmemiş, yazı yazarak hayatını kazanan tanınmış bir gazetecinin darbecilerle beraber olması nasıl mümkün olabilir?
Bunun aksi ispat edilirse elbette düşüncelerimi gözden geçiririm ama şu andaki görüntü;
Farklı düşünceye sahip gazetecilerin sindirildiği kuşkusudur.
Kuşkunun olduğu yerde, “Güven” bağdaş kuramaz.
Daha da ötesi;
Hüküm giymemiş sanıklar nasıl olurda yıllarca içeride yatarlar?
Peki, yarin suçsuz bulunurlarsa, şimdiye kadar içeride yattıklarının kaybını kim telafi edecek? Ya da edebilirler mi?
Uygulamadaki eksikliklerin giderek artması içeriğin de sorgulanmasının önünü açabilir!
Akla/vicdana sığmayan uygulamalar insanların zihinlerinde domino etkisi yapabilir!
Ergenekon davasının en az belgeler kadar önemli olan kritik süreci budur.
Şu tez masada hala diri olarak ne yazık ki, duruyor;
“Gazetecilerin bir bölümü iktidarı devirmek ya da kendi iktidarlarını oluşturmak için illegal işler yapıyorlar”
Şu son örneği nasıl görmezden gelebiliriz?
Odatv muhabiri İklim Bayraktar’ın Deniz Baykal’ın hakimiyetinde bulunan televizyonu almak için Baykal’a tuzak kuruyor, Baykal’a tuzak kurmak için destek istediği CHP lideri Kılıçdaroğlu’na da tuzak kurarak gizlice konuşmaları kayda alıyor.
Dünya’nın hiçbir ülkesinde böyle bir gazetecilik tarzı yok.
Tuzakla gazetecilik yapan bir anlayışın perde arkasını, nerelerden güç aldığını merak etmeyeniniz olabilir mi?
Bırakın gazeteciliği;
Asgari etik kurallara sığmayan bir davranış bu.
Tuzak içinde tuzak.
Niye?
Bir televizyon sahibi olmak için!
Bir televizyon kurmak için aynı dünya görüşünde olduğu insanlara bu tuzağı reva görenlerin, kendi görüşlerinde olmayanlara neler yapabileceğini merak ediyorum doğrusu…