Son dönemde gazetecileri sınıflara ayıran bir yaklaşım var…Bir nevi futbol ligi gibi… 1. lig, 2. lig, 3. lig ve amatör küme… Oysa, klasmanlara ayrılmayacak tek meslek gazeteciliktir…
Unutmuyorum;
Sanırım 7-8 sene önce idi…
Kablodan yayın yapan bir televizyonun Ankara Temsilcisiydim…
Daha doğrusu temsilcilikte ilk günüm…
Önüme geleni arıyorum, “Nasılsın Gardaş, ben temsilci oldum haberin olsun.”
- Aaaa… hayırlı olsun. Nasıl oldu?
“Çok ısrar ettiler, 3-4 teklif vardı ama sahibi arkadaşım, kıramadım”
Küllüyen yalan!
Zar zor küçük bir televizyona temsilci olmuşum, içim içime sığmıyor, hava atacak adam arıyorum...
Hava atma kontenjanımı doldurmadan beraber çalıştığımız stajyer bir muhabir önemli bir haber ele geçirdi…
Büyük gazeteler de bu haberi kullandılar…
Ben hala işkembeden atmaya devam ediyorum, “Türkiye’yi sarsacağım yakında. Acayip haberler patlatacağım. Yakında 3-4 muhabir alacağım, büyük kanalardan da bize geçmek isteyenler var.”
Bırakın muhabir almayı, televizyonda doğru dürüst kamera bile yoktu…
Ben telefonda caka satmaya devam ederken o muhabir üst üste yaptığı özel haberlerle bana gazeteciliğin koltuktan bağımsız olduğunu öğretti…
Haber üstüne haber çaktı…
O muhabir arkadaşım farkında değildi ama beni kendime getirdi…
Koltuk, gazeteciyi sıfat sahibi yapıyor, ama iyi gazeteci yapmıyordu…
Bir de şunu öğrendim;
Gazeteci, geçmiş özel haberleriyle ayakta duramaz…
Gazetecilerin kalitesini belirleyen bir kum saati yok…
Tabiri caiz ise “En son çakan“ gündemde kalıyor…
Başka bir yaklaşımla “İyi” gazeteci oluyor…
Tarihe not düşecek kadar müthiş skandalları ortaya çıkaranlar yok mu?
Elbette var…
Ama basın tarihimize baktığımızda bu sayının parmak sayısını geçmediğini de görmeliyiz…
“Unutulmayan” haber sayısına karşın, 5 stadyum dolduracak kalabalıkta kendisinde “Hayali şöhret” addeden gazetecimiz var…
Ankara tuhaf bir başkent…
Başbakan’ın uçağından inen gazetecinin dünyası değişiyor…
Yazar ya da Temsilci olanın ayaklarını yere değdirmek için, ‘gemi halatı’ ile onları yere bağlamamız gerekiyor.
Hele Genel Yayın Yönetmeni olduysa, “Şu pis dünyalılarla muhatap olmak istemiyorum” tavrında geziyorlar…
Yerleşik medya sistemimiz muhabirlere kunta-kinte rolünü layık görüyor…
Oysa, gazeteciliğin başı da, sonu da, muhabirlik…
Genel yayın Yönetmenleri, Temsilciler ve Yazarlar, gazeteciliğin köküne dinamit koyuyorlar…
Koltuklarıyla ulaştıkları haberlere bakıp,”Ahan da böyle olur gazetecilik” yanılsaması içinde yaşıyorlar…
Ve daha da ileri giderek;
Profesyonel muhabirleri bile asistan olarak kullanıyorlar…
Daha daha utanmazları da, muhabirlerin haberlerinin üzerine kendi isimlerini kazıyorlar…
Şayet bir Ergenokon varsa, işte budur…
Bu Cast sistemi basının Ergenokon’udur…
Bir nevi Psikolojik Ergenekon…
Türkiye’nin en büyük medya organlarında gazetecilik yaparak, büyük gazeteci olunmuyor…
Odunu çıkarsan ekrana, “Aaaa… Bu, o odun değil miydi?” diye zaten şöhret olursun…
Bu bir ilizyondur.
İspat edelim;
1 yıl boyunca tek özel haberine dahi rastlamadığımız büyük gazetelerin temsilcilerine, “Büyük Gazeteci” derken, bir kez daha düşünmeliyiz…
Büyük olan hangisi?
Gazetesi mi, kendisi mi?
Kendisi ise, haberleri nerede?
Gazeteci, muhabirdir…
Kendisinden yeni bir bilgi öğrenilen kişi…
Köşe yazarı da elbette bu potada olabilir…
Ama tek bir şartla;
Kendisini şöyle tanımlaması gerekir;
“Ben köşesi olan bir muhabirim”