Yıl: 27 Mayıs 1960
Askeri Darbe...
Yer: Ankara Kalesi.
Sabahın erken saatlerinde radyo sesiyle yataktan fırladım. Babam, annem, abim ve ablam pür dikkat radyo dinliyorlardı.
Daha 10 yaşında bir çocuktum, sordum:
"Ne oluyor?"
"Sus, sus" dediler.
Saat: 05.25
Tok sesli bir adam konuşuyordu.
Yine, kim diye sorunca babam:
“Kurmay Albay Alparslan Türkeş konuşuyor darbe olmuş oğlum” yanıtını verdi.
Kendi kendime; darbe darbe diye tekrarlarken, marş sesleriyle pencereye fırladık...
Daha sonra dışarı çıktık...
Harp Okulu Öğrencileri sıraya girmişler Ankara Kalesine geldiler. Taşıdıkları Türk Bayrakları eşliğinde “Harbiye Marşını” söylüyorlardı...
Kalenin demir kapısını görevliye açtırdılar ve içeriye girdikten sonra direğe bayrağımızı astılar, saygı duruşu selamı verdiler.
Evimiz hemen kalenin yanında olduğu için ben aradan sıyrılıp, içeriye girmiştim bile.
Bu sırada muhabir ve foto muhabirleri de geldiler. Hisar halkı kale kapısının önünde toplanmış, genç harbiyelileri alkışlıyorlardı... Ben ise, çocukluk bu ya; fotoğraf çeken gazetecilerin yanından bir dakika bile ayrılmadım; onlar gibi koşuşturup durdum...
27 Mayıs 1960...
Darbe olmuş, ordu yönetime el koymuştu. Radyo sürekli olarak anons ediyordu...
Ertesi gün gazetelerde fotoğraflara baktım. Ankara Kalesinde peşlerinden ayrılmadığım gazetecilerin çektikleri fotoğrafları görünce; sanki kendim çekmiş gibi sevindim!
Babamın peşinden ayrılmıyordum artık:
“bana fotoğraf makinesi al” diye başının etini yiyordum.
Rahmetli babam da:
“Acele etme alacağım oğlum” diyerek oyalıyordu beni...
Onlar gibi boynuma takıp, fotoğraf çekmek istiyordum!
Babam bir fotoğraf makinesi aldı; basitti ama ben çok mutluydum artık!
“OĞLUM SEN GAZETECİ OLURSUN!”
1963 yılında meydana gelen uçak kazası gözümün önünden gitmiyordu...
Ertesi gün okula geldiğimde öğretmenimiz hepimize ödev verdi:
“Yaşadığınız ilginç bir olayı yazın getirin” diye...
O dehşet anlarını yaşadığım uçak kazasını yazdım ve teslim ettim. İki gün sonra sınıfa öğretmenimizle birlikte okul müdürü geldi. Yanlarında iki kişi daha vardı. Milli Eğitim Müfettişleriymiş...
Öğretmenim Müesser Hanım beni yanına çağırdı ve yanaklarımdan öptükten sonra tebrik etti; yazdığım yazıyı çok beğenmiş ve duygulanmış:
“Tuğrul oğlum sen iyi bir gazeteci olursun” dedi. Okul müdürümüzle birlikte müfettişlerde bu yazımı okumuşlar; onlarda kutladılar!
Öğretmenimin, “Oğlum sen gazeteci olursun” sözleri beynime işlemişti; yankılanıyordu kulaklarımda!
Karar verdim:
Ben gazeteci olacağım...
Rüzgarlı Sokak Türk basınında çok önemli bir okuldu!
GAZETECİLİĞE İLK ADIM VE BÜLENT ECEVİT
Yıl: Ocak 1968...
Yer: Rüzgarlı Sokak...
18 yaşında bir gencim!
Sırtımda bir çanta, aylardan ocak; lapa lapa kar yağıyordu Ankara'da...
Karşı kaldırımda durdum ve Ulus Gazetesi binasına baktım baktım! Daha sonra ani bir kararla yürüdüm...
Ben gazeteci olacağım diye!
Kararlıydım; gazeteci olmak için!
Ulus Gazetesinin kapısından daldım içeri...
O an matbaa mürekkebinin keskin kokusu içime işledi!
Görevli beni Haber Müdürü Teoman Karahun'un odasına götürdü. Bu sırada Bülent Ecevit içeriye girdi; elinde bir sigara vardı. Teoman Karahun beni tanıştırdı:
“Genç muhabirimiz Tuğrul Sarıtaş, yarın sabah gelip başlayacak.”
Ecevit:
“Hayırlı uğurlu olsun genç” deyip tokalaştı.
Evet.. 1968'in Ocak ayında Ankara'nın Bab-ı Alisi, Türk Basınının Okulu olan Rüzgarlı Sokak'ta gazeteciliğe ilk adımımı attım; hem de Ulus gibi büyük bir gazetede!..
ULUS GAZETESİ'NDEN GÜNAYDIN'A TRANSFER
Ulus Gazetesinde önceleri dış saha maçlarını takip ettim ve daha sonra da polis-adliye muhabiri olarak koşturmaya başladım...
O kadar güzel bir gazetecilik yaptık ki; o günleri çok çok, özlüyorum!..
Mesleğe stajyer olarak adım attığım Ulus gazetesinde birçok ünlü gazeteci-yazar üstatlarımla çalıştım!
Bülent Ecevit, Teoman Karahun,Cüneyt Arcayürek, Nahit Duru, Erdoğan Tamer, Beyhan Cenkçi, Hüseyin Ezer, Cenap Çetinel, Aydın Nisari, Engin Cenkçi, Ali Hikmet Korkmaz gibi…
1970 yılı sonunda Haber Müdürümüz Teoman Karahun, TRT Haber Dairesi Başkanı olunca ayrıldı. 1970 mart ayında da bana Günaydın Gazetesi'nden teklif geldi.
Gece muhabiri olarak transfer oldum. Her işe koşuyordum; gece-gündüz demeden. Haber ve fotoğraflarım yayımlandıkça dünyalar benim oluyordu.
1972-1974 VATANİ GÖREV
Vatani görevimi tamamladıktan sonra Günaydın Gazetesi'ne dönüş yaptım...
Ankara Bürosu'nda keyf içinde çalışıyorduk. Kısacası, Günaydın Gazetesi'nde çalışmak bir ayrıcalıktı o yıllarda!
Bir milyon trajı olan Günaydın Gazetesi bir okuldu... Gazetecilik Okullarında okuyan gençler bile Günaydın Gazetesi'nde staj yapmak için birbirleriyle yarışıyorlardı!..
Günaydın Gazetesi Sahibi Haldun Simavi; patron gibi patrondu!..
Sabahın yedisinde işe gelir ve gecenin yarısında evine giderdi! Gazeteciliğin temelinden yetişen bir patrondu; muhabirdi, yazardı, sayfa sekreteriydi, gerektiğinde tulumu giyer matbaa işçisi gibi çalışırdı, baskı gecikmesin diye kağıt bobinlerini bile makineye takardı!
RÜZGARLI SOKAK VE BAB-I ALİ
Türk Basınının ünlü isimlerinin yetiştiği bu iki okuldan mezun oldum! Haberler..Fotoğraflar...Röportajlar... Acı günler, Tatlı günler...
Geriye kala kala anılar; saklayabildiğim “sararan haberlerim, fotoğraflarım ve yazdığım kitaplarım."