Ayşe Sucu Hanımefendi ile hiç tanışmadım. Kendisini bir çoğunuz gibi yazılarından tanıyor, dikkat ve hayranlıkla takip ediyordum. Ayşe Sucu, Diyanet Vakfı Kadın Faaliyetleri Merkezi Başkanı iken bildiğiniz gibi görevinden alındı. Ardından bürokrasi de nadir görülen bir durum oldu ve 28 kişilik Yönetim Kurulu topluca istifa etti. Bu olaylar yine nadir bir şekilde gündeme oturdu.
Önce bir çok bürokratın başına gelebilen olaylardan olduğunu sandım ama sonra ayrıntılara dikkat edince durumun görevden almanın ötesinde olduğunu gördüm. İlgili Bakan Çelik’in, Diyanet İşleri Başkanı Görmez’in açıklamaları konuyu kapatma ve büyütmeme eğiliminde gibi görünürken daha alt seviyelerden gelen açıklamalarla mesele çözülmeye başlandı; Din-Bir-Sen Genel Başkanı Lütfi Şenocak, “Ayşe Sucu'nun yaptığı açıklamalar ve takındığı tutumlar ile her zaman dinin söylediklerine ve teşkilatın yapısına aykırı bir duruş sergilediğini” söylemiş. Türkiye Diyanet Vakfı Genel Müdürü Süleyman Necati Akçeşme ise yaptığı açıklamada Ayşe Sucu’dan “haberlerde adı geçen şahıs” diye bahsettikten sonra “Bu kararın söz konusu şahsın görüş ve düşüncesi veya yaşam tarzı ile hiçbir ilişkisi yoktur ve olamaz” demiş.
Konu galiba Ayşe Sucu’ya yapılan bir haksızlığın ötesinde aslında gittikçe ayrışan İslam anlayışımız, kadına bakışımız, devlet ve yönetim anlayışımızla ilgili.
Bilmiyorum farkında mısınız veya konu hakkında hiç düşünme fırsatınız oldu mu ama galiba toplum olarak bir ayrışma yoluna girdik. Bu ayrışmada en önemli ölçüt de kadınlarımızın başlarını kapatıp kapatmadıkları veya nasıl kapattıkları… Erkeklerin kılık-kıyafetlerinden yaşam veya düşünce tarzlarını çıkarmak çok zor ama kadınların örtülü olup, olmaması nerede ise kesin bir ölçüt oldu gibi…
İlahiyatçılarımızın örtünme ile ilgili kesin ve ortak bir söylem geliştirememeleri, siyasetin bu konuyu malzeme yapması bizi farkında olmaksızın bir ayrışma noktasına götürüyor. Hatta zaman içersinde bu konu farklı boyutlar alabilecek ve bizi çok üzebilecek bir noktaya doğru da gidiyor.
Yazarken tereddütler geçiriyor, duraklıyorum. Siz de eminim gerçek kimliklerinizle yazmamanıza rağmen benzer duyguları yaşayacaksınız. İlahiyatçıların “teferruat” olarak gördükleri bu noktanın toplumu ayrıştıracak, yaşantımızı belirleyecek bir hadde ulaşması bizi düşündürmelidir.
Şimdi bir çok yorumcumuz kaleme sarılıp “Bu noktaya dini siyasetin aracı olarak kullanan şunlar-bunlar yüzünden geldik” veya “Dinimizin emrini hiçe sayan gafiller” gibi klişe lafları edecektir. İnanın çözüm bu noktada değil ve yararı yok.
Ben biliyorsunuz din konusunda ahkam kesmem, gerekir ise farklı ve etkilendiğim ilahiyatçılardan alıntılar yaparım. Ancak bu konunun çözümünün İslamın temelinde yani güzel ahlak da olduğunu düşünüyorum.
Bildiğim ve anladığım toplum olarak işimiz zor. Allah yardımcımız olsun.
Ayşe Sucu komşuma geçmiş olsun diyorum.
Değerli misafirlerim, lütfen yorumlarınızı günlük parti siyasetine girmeden, güzel ahlak sınırları içersinde kalarak yapmayı dener misiniz?