Seçim dönemine girdik. Partiler düzenli olarak projelerini açıklıyorlar. Ben siyasetin projeler üzerinden yapılmasını çok arzularım ama maalesef öyle değil, siyaset esas olarak değerler ve kimlikler üzerinden yapılıyor, vitrine de projeler konuyor. Siyasi partilerimizin sık projeler açıklaması yine de güzel. Fakat daha dikkatli ve daha gerçekçi olmaları lazım. “Zaman içersinde o da olur” temennisinden sonra sizinle bir araştırma makalesini paylaşmak istiyorum. Müthiş tezler öne sürüyor. “Küresel Yaşlanma ve 2020’ler Krizi” adlı Neil Howe, Richard Jackson’a ait makale bir Amerikan propagandası da olabilir ama karşı argümanlarını da bizim geliştirmemiz lazım. Önce bazı bilgiler vereyim, bazı hatırlatmalar yapayım; Biliyorsunuz aslında bir din adamı olan Malthus ekonomi disiplini için çok önemli bir teori geliştirmiş ve bir çok ekonomi ütopyasına, özellikle de zaman içersinde her şeyin mükemmel olup tam rekabetin oluşacağına ve işsizliğin ortadan kalkacağına dair önemli darbe vurmuştur. Malthus’un ünlü teorisine göre nüfus geometrik artar, beslenme için gerekenler ise aritmetik. Dolayısı ile her hal ve karda açlık ve sefalet kaçınılmazdır. Paul Kenedy gibi ekonomistlerde nüfusun kalkınmada çok önemli bir faktör olduğunu savunmuşlardır. Yani, nüfusun ülkelerin kalkınmasında önemli bir yer tuttuğu öteden beri kabul edilen bir düşüncedir. Gelelim tekrar makaleye;
“Roma ve Maya İmparatorluklarından, 20. yüzyılın genç kuşak tarafından yönlendirilen ayaklanmalarına kadar geçen süreçte, bir çok büyük istila, politik ayaklanma, göç ve doğal afetlerde demografik eğilimler çok belirleyici bir rol oynamıştır. 2020’lere gelindiğinde, demografik eğilimlerin oluşturduğu yeni olumsuz şartlar bir kez daha yaygın bir karışıklık tehdidini ortaya çıkarmaktadır. Ekonomik büyüme, yaşam standartları ve Dünya düzeninin biçimini derinden etkileyebilecek Küresel Yaşlanmadan bahsediyoruz.
Dünyanın zengin ülkeleri için 2020’ler, nüfusun hızla yaşlandığı ve azaldığı on-yıllar olacak. Gelişmiş dünya, on-yıllardır yaşlanıyor, fakat 2020’lerde bu yaşlanma daha sert bir ivme kazanacak çünkü İkinci Dünya Savaşı sonrası yüksek bebek doğumlarıyla anılan çağın bireyleri artık tamamıyla emekliliğe geçmiş olacaklar.
Çalışan kuşak nüfusu Amerika Birleşik Devletleri hariç tüm kalkınmış ülkelerde ya durağanlaşacak ya da düşmeye başlayacak. Eğer göç veya doğum oranlarında çok ciddi bir yükseliş olmazsa, Japonya ve bazı Avrupa ülkeleri, yüzyılın sonuna kadar nüfuslarının neredeyse yarısını kaybetmeye doğru ilerliyor olacak.
Gelişmekte olan ülkelerin farklı bölgelerinde, demografik fırtınalar kopmaya hazırlanmakta. Riskin en yüksek olduğu dönem önümüzde: 2020’ler. Şanssız bir şekilde, aynı onyıl, gelişmiş ülkelerin de demografik stresi en yüksek seviyede yaşayacağı yıllar olacak.
Çin, örneğin, zengin olamadan yaşlanan ilk ülke olacak muhtemelen. 2020 yılı geldiğinde Kızıl Ordu jenerasyonu çoğunlukla emekli olmuş olacak. 2030 yılı geldiğinde Çin, ABD’den yaşlı bir nüfusa sahip olacak. Bu durum, şu anki liderliğin meşruiyetinin iki önemli temel taşını olumsuz etkileyecek: Hızlı yükselen GSYİH ve Sosyal İstikrar. Çin’in sosyal çöküntü veya daha otoriter bir rejime doğru yönelme ihtimali bulunmakta.”
Makale demografik fırtınalardan da bahsediyor;
“2020 yılı geldiğinde Rusya, gelişmiş ülkeler kadar hatta belki daha fazla bir nüfus azalması dönemi ile karşı karşıya kalacak. 1950 yılında nüfus sayısında 4. sırada bulunan Rusya, 2050 yılında 16. sıraya düşmeye doğru gidiyor. Eğer sorun çözülemezse, Rusya gittikçe güçsüzleşen bir nükleer güç olacak.
Tabi, 2020 yılı geldiğinde bazı gelişmekte olan ülkelerde fazlasıyla genç nüfus olacak. Sahra’nın güneyindeki Afrika ülkeleri, Afganistan, Filistin, Somali, Sudan, Yemen gibi istikrarsız Müslüman ülkeler bunlar arasında sayılabilir. Eğer genç nüfus ile şiddet arasındaki bağlantı ortadan kalkmaz ise 2020’li yıllarda da bu coğrafyalara şiddetin hakim olması muhtemel olacak.
Pakistan ve İran’da demografik iniş çıkışlar etkili olacak, bu sert iniş çıkışlar hali hazırda hızlı gelişme sebebiyle sosyal dokusu zaten zedelenmiş bu toplumlarda yüksek seviyede oluşacak.”
Makale iddialı bir tespitle bitiyor.
“Birleşmiş Milletler’in düzenli olarak yayımladığı nüfus sıralaması raporlarına bakıldığında: 1950 yılında, ilk 12 içerisinde yer alan ülkelerin 6’sı gelişmiş ülkelerdi; 2000 yılına sadece 3’ü; 2050 yılına gelindiğinde ise sadece 1’i: ABD (ve üçüncü sırada yer alarak). O dönemde, nüfusu en kalabalık ilk 12 ülke arasında kuruluşundan bu yana demokrasi, serbest pazar ve insan haklarına kendisini adamış tek ülke Amerika Birleşik Devletleri olacak.”
Bu bilgileri saçma bulabilirsiniz ama karşı argümanlarını geliştirmek zorundasınız.
Projelerimizi her şey aynı kalacak varsayımı ile yapıyoruz. Başta nüfus olmak üzere o kadar çok değişken var ki…
Bu bilgiler ışığında geleceği tasavvur edebilir misiniz?