Evet, bombalar yağarken Suriyeli kardeşlerimize sınırımızı açmasak, çoğu bugün yoktu.
Doğrusunu yaptık.
Şayet aksi olsaydı, Suriyeliler sınırımızı açmadığımız için ölselerdi; “Misak-ı Milli diyordunuz. Kardeş diyordunuz. Bu mu sizin kardeşliğiniz?” naraları atılırdı ve haklı bir karşı çıkış olurdu.
Buraya kadar problem yok.
Ama… Aylardır yazmaya/söylemeye çalıştığım, “Neden bu Suriyelilerin eli silah tutanları vatanlarını savunmadılar?” itirazımda ısrarlıyım.
Şehitlik yalnızca Türklerin tapulu malı değil ki? Müslümanların ortak arsası.
Bu arsada neden genç Suriyelilerin hissesi yok?
Yaşlı ve çocuklar için elbette en iyi yaşam koşulları sağlanmalı ama her gün etrafımızda gördüğümüz çakı gibi, taşın suyunu çıkaran genç Suriyelilere ne demeli?
Hadi diyelim ki, 4 kişilik bir aile ve ailenin tek erkek çocuğu olan Suriyeli için diyecek bir şey yok. Ailesinin başında dursun ama 10 kişilik bir ailede 5 tane genç erkek ne arıyor Türkiye’de?
Git Suriye’ye savaş. Silah mı yok, su taşı, yemek yap, gözcülük yap. Her şeyden önce onların vatanlarını düşmana bırakıp kaçmaları, kendi onurlarını sorgulatmıyor mu?
Şu soruyu hak etmiyorlar mı?
“Neden vatanınızı savunarak şehit ya da gazi olmadınız?”
Kendi vatanını savunmayanlardan, gerektiğinde Türkiye’yi savunmalarını beklemek zorlama bir akıl yürütme olmaz mı?
Türkiye büyük bir misafir perverlik örneği gösterdi ve göstermeye devam ediyor. Devlet bu, birey gibi düşünmez ama şu anda eski savaş koşulları yok. Savaş göreceli olarak azaldı. Plajlarda yüzme dersi almaktan daha onurlu değil mi midir vatanını savunmak?
Vatanı kaybedip, ondan daha değerli ne alacaklar ki?
NEDEN MUTLU DEĞİLİZ?
Parası olmayanın dışında, “Neden mutlu değilim?” sorunun net bir yanıtı yok.
Parası olmayanın da, başka bir derdini hiyerarşik olarak düşünmeye takati yok sanırım.
Temel endişemiz, gelecek korkusu… Geleceğimizi tehdit eden her şey bizi ürkütüyor.
Bu gelecek dediğimiz zaman diliminin, her zaman orta ya da uzun vade de olması gerekmiyor.
Anlık, saatlik korkularımız da var.
Velhasıl; sevdiklerimizi kaybetmek duygusundan, kendimizi kaybetmeye; İtibarımızı korumaktan, kazandıklarımızı korumaya kadar onlarca varlığımızı kaybetme korkusu ile iç içe yaşarken bir de mutluluğu yakalamak kolay olmuyor.
Hızlı koşan hayatın yavaş yolcularıyız…
Bir büyük zatın müthiş bir özeti var mutlulukla ilgili.
Diyor ki; Bir geminin içinde yolculuk yapan yolcular gibiyiz. Her yolcunun yanında taşıdığı bir de bavulu olur.
Yanımıza, sırtımıza aldığımız bavullar her insanın taşıdığı korku ve telaşları hükmündedir.
Geminin içindeki yolcu, bavulunu sırtına da alsa, güverteye de koysa gemi yolculuğuna devam eder.
Bavulumuzu, yani korkularımızı sırtımıza alacağımıza, güverteye bırakalım. Hem yorulmayız, hem de gemi nereye gideceğini gayet iyi bildiği için panik ve korkudan da azade oluruz…
RAHMİ TURAN'A TEHDİT?
Bazı gazeteciler sizin sevmeniz ya da sevmemenizden azade, başka bir yerde dururlar.
Rahmi Turan öyle bir gazetecidir.
Hayatı boyunca hiçbir güç gurubuna bağlı olmayan, yalnızca kendi düşüncelerini yazan bağımsız, bağlantısız bir gazeteci oldu her zaman.
Yazdıklarının tamamına her zaman yüzde yüz katıldım mı?
Hayır ama yazdıklarının samimiyetine yüzde yüz katıldığım bir baş yazar, bir duayendir Rahmi Turan.
Türk basının gelmiş geçmiş en büyük gazetecilerinden birisi, efsane bir yöneticidir.
Bugün Sözcü’de kaleme aldığı yazı tüyler ürpetici.
Turan, MHP genel başkan yardımcısı Semih Yalçın’ın bir televizyonda kendisini ölümle tehdit ettiğini yazıyor.
Semih Yalçın benimle de ilgili ağır bir yazılı açıklama yapmıştı geçmişte ve gereken yanıtı vermiştim.
Neden tehdit ediliyor Rahmi Turan?
MHP genel merkezini eleştirdiği için…
Hakaret, küfür var mı?
Yok.
Bu tavır asla kabul edilemez.
Turan, aynı zamanda Turktime’ın da başyazarıdır.
Umuyorum ki; Sayın Yalçın’ın sözleri yanlış anlaşılmış, ya da maksadını aşan sözler olsun.
MHP dinamikleri var olan enerjisini kendisini kuşatma altına almak isteyen unsurlar ve teröre harcamalıdır.
Turktime, baş yazarının hukukunu korumakta kararlıdır.