Genel başkanın odasını kimler bastı?
Ülkücü İşçiler Derneği, 120 bini aşan üyeleri, 50 civarında il başkanlığıyla Türkiye’nin ve ülkücü camianın en büyük sivil toplum örgütlerinin başında gelir. İsminden de anlaşılacağı gibi bu dernek MHP’ye yakındır. Başka bir deyimle MHP’nin arka bahçesidir. Derneğin genel başkanlığını yapan Refik Üstün de ülkücü camianın tanınan, aksiyon isimlerinden birisidir. Bir ara MHP’de yöneticilik de yapmıştır. Refik Üstün’ün Devlet Bahçeli’nin politikalarını eleştirmesi nedeniyle bir süre önce MHP Lideriyle araları açılır. Bahçeli, Üstün’ün genel başkanlıktan ayrılmasını ister ama Üstün bunu kabul etmez. Yaklaşan MHP kongresinde Refik Üstün Koray Aydın safında yer alınca Bahçeli ile ipler iyice kopar. En iyimser yaklaşımla durumdan vazife çıkaran birileri kısa bir süre önce benzine ateş dökerler. Ülkücü İşçiler Derneği Genel Merkezi kısa süre önce basılır. Genel Başkan Refik Üstün’ün odasını dağıtan kimliği meçhul (!) şahıslar, arasında Bahçeli’nin hediye ettiği tespih de dahil derneğin ve Üstün’ün şahsi eşyalarına el koyar. Savcılığa yansıyan ama basına yansımayan bu olayda ciddi itiş-kakışların yaşandığı, hatta silahların çekilmesine ramak kaldığı belirtiliyor. Bahçeli gerginliğe el koymazsa, sıkışan gaz MHP Kongresi’nden önce de, kongre günü de patlayabilir.
Olmuyor!
MHP’nin en kuvvetli reflekslerinden birisi BDP’nin siyaseten panzehiri olma halidir. Haftalık demeçlerin dışında MHP’de böyle bir aksiyon görülmediği gibi BDP’lilerin Bahçeli’yi incitecek tek demeci bile olmadı.
Açık konuşalım; Hep aynı gazetecilerle görüşen, uçağa binmeyen, yazılı metnin dışına çıktığında konuyu dağıtan, nadiren şehit cenazelerine katılan Devlet Bahçeli’nin başarılı olduğunu söylemek mümkün değil. Ülkücülerin ana çekirdeğine hep mesafeli kaldı. Ana çekirdek de Bahçeli’ye…
Seçim sonuçlarına baktığımızda da Bahçeli ve başarı kelimesini yan yana koyamıyoruz. Tüm bunlara rağmen Bahçeli’nin genel başkanlığını devam ettirmesinin en önemli nedeni, kendi elleriyle yazdığı delegeler.
Kendi seçtiğine kendisini seçtirmesi adeta ortak bir evcilik oyunu. Bir lunapark… Ne yazık ki tüm liderler bu evcilik oyununa bir süre sonra yalnızca kendilerini değil, kurmaylarını da inandırıyor ama halk bunu her zaman yutmuyor! Bahçeli, fikirleriyle beceremediği manşetlere çıkma halini bir ara şakağına dayadığı yüzük gösterme ve nostaljik arabalarla denedi. Baktı ki iş yapıyor. Hızını alamadı bir de kamyoncuları ziyaret etti. MHP Lideri bu magazin turlarını atarken PKK bu topraklarda gövde gösterisi yapmaya devam ediyordu. Öyle ya. Siyaseten senin panzehirin olan hareket; yüzük, kamyon diye manşetlerde kendine yer açma telaşına girerse, teröre de önemli bir psikojik alan kendiliğinden açılmış olur. Açıldı da… Terör açıldı, Bahçeli kapandı…
Devlet Bey kusura bakmasın, ya da baksın; değil Koray Aydın, MHP’nin herhangi bir ilçe başkanı bile Bahçeli’den daha iyi liderlik yapar. Hiç değilse angajmanları bu kadar yoktur.
Bu millet ne dediğini anlamadığı hiçbir lidere kucak açmadı. Tarih buna şahittir.
Neşet Ertaş kimin başında saz kırmıştı?
Çok duruydu. Beden dili ezik ama mağrurdu. Hayatı eski eşi Leyla’ya ağıt yakmakla geçti. Sahneye çıkmasını istemediği çok sevdiği eşi Leyla Ertaş bu kararında diretince, mahkemede boşadığı Leyla’yı yüreğine taşıdı. Vaktiyle gerçekleşmiş ama basına yansımayan bir Neşet Ertaş anekdotunu anlatayım;
Neşet Ertaş ayrıldığı eşine üst üste türküler yakar. Yüreğindeki ateşi söndüremeyince, Leyla’yı unutmak için yurt dışına gurbete gider. Leyla’ya olan düşkünlüğünü bilen dostları Neşet Ertaş’ı Leyla Ertaş’la barıştırmak için Ankara Gençlik Parkının Lunapark Gazinosu kulisinde iyi niyetli bir tuzak kurarlar. Bu tuzaktan Leyla Ertaş’ın haberi vardır ama Neşet Ertaş habersizdir. Almanya’dan konser var diyerek çağrılan Ertaş, kendisine tahsis edilen özel bir araçla Lunapark Gazinosu’na giriş yapar. Kulis odasında kendisini ayakta bekleyen Leyla Ertaş’ı görünce sazıyla sandalyeye çöken Ertaş, su ister. Leyla Ertaş suyu vermek ister ama Neşet kabul etmez. Kulis görevlisinin getirdiği suyu içen Ertaş ayağa kalkar ve kendisine bu tuzağı hazırlayan kişiye elinden hiç ayırmadığı sazıyla saldırır. Onun başında sazını kırar. Dağılan, kırılan sazının parçalarını toplayan Neşet Ertaş hiçbir şey söylemeden kulisi terk eder.
2 sene önce Çankaya’nın resepsiyonunda tanıştım Ertaş’la. Ayakta kalmıştı ve yüzünde acı vardı. Yerimi ona verdim. 2 saat boyunca teşekkür etti. Yukarıda anlattığım anekdotu anlattım kendisine. Başını öne eğdi, konuşmadı. Kanser olduğundan bahsetmemişti. Yalnızca, “Kalp hastasıyım, İzmir’de yaşıyorum” demişti.
Bana ısrarla, “sizin için ne yapabilirim” diye sorunca, “Cep telefonunuzu verin. Ara sıra görüşelim. Bir de bu akşam 11’de beni arayabilir misiniz? Babam sizi çok sever.” deyince, güldü ve ”elbette” dedi. Neşet Ertaş’ı seven ne kadar tanıdığım varsa külliyen hepsini eve davet etmiştim. Tam söylediği saatte aradı. Babam dahil herkesle tek tek konuştu. Evdeki saadeti görmeliydiniz.
Ertaş’la bir süre telefonda düzenli konuştuk. Daha sonra telefona çıkmamaya başladı. Kanser olduğunu gazetelerden öğrendim. Sanırım hastalığının kendisi için bir acıma/üzülme vesilesi olmaması için gizleyebildiği kadar gizlemişti. Allah rahmet eylesin.
*Bu yazı Talat Atilla’nın Güneş Gazetesi’ndeki köşesinden alınmıştır…