6 muhalefet partisinin üzerinde aylardır çalıştıkları güçlendirilmiş parlamenter sistem manifestosu 28 Şubat günü 6 partinin genel başkanı tarafından çok geniş gazeteci grubunun huzurunda açıklandı.
Açıklamanın yapıldığı gün çok talihsiz bir gün. Bilerek mi bu günü seçtiler bilemem, ama 28 Şubat’ın bu ülkede, millet nezdinde çok acı ve kirli hatıraları var.
6 ay bekleyenler, bu açıklamayı bir hafta önce yapabilirlerdi ya da bir hafta sonrayı bekleyebilirlerdi.
Ama bu partilerin genel başkanları, bu ülkede dindarlar için en kara günlerin sembolü olan 28 Şubat gününü tercih ettiler.
Ne diyelim tercihleri bu yönde. Demek ki, 28 Şubatta yaşananlardan haz alıyorlar.
Gerçi İyi Parti Genel Başkanı 28 Şubat sürecinde başörtüsü kararlarını en kararlı bir şekilde tatbik edeceğiz diyen dönemin İçişleri Bakanı.
Bu vesileyle, bu günü tercih etmelerini çok da garip görmemek lazım.
Gelelim 6 Partinin Genel Başkanlarının açıklamasına.
Bir yıl program yapsalar, kamuoyundan bu kadar sönük bir açıklama vakti bulamazlardı. Tabiri caizse Rusların Ukrayna’yı işgali haberleri arasında bu açıklama çoğu haber kanallarında, gazetelerde, internet sitelerinde haber değeri bile bulmadı. Kısaca açıklamalar Ukrayna savaşına kurban gitti.
Açıklamanın yapıldığı günden bir sonraki gün açıklamaya ilişkin bir arama yaptım. Bu açıklama, bazı gazete ve sitelerde yer aldıysa da, beklenen yankıyı bulmadı.
Sonra içeriğine bakayım dedim; acaba yeni ne vaad etmişler?
Orada da sadra şifa bir şey yoktur.
Tabiri caizse tamamen, soyut, genel, somut içerikten yoksun bir açıklama.
Zannedersin, ünlü bir felsefecinin çıkıp, hayalinden geçirdiği ne kadar güzel dilekler varsa kâğıda dökmesi gibi bir şey.
Manifestoda yazılanlar aslında herkesin paylaştığı temel ilkeler.
Ama, bunların gerçekleşmesine yönelik; bir diğer ifadeyle nasıl gerçekleşeceğine yönelik hiçbir izahat yoktur.
Sadece birkaç tane somut öneri var; o kadar.
Yargının bağımsızlığı, tarafsızlığı, parlamentonun güçlendirilmesi, ağıza bal gibi akan ifadeler. Peki, bunlar nasıl gerçekleşecek? Cevabı yoktur.
Hele ki, parlamentonun nasıl güçlendirileceği herkesin merak ettiği bir konu.
Ama bunun nasıl olacağı sorusunun cevabı da yoktur.
Bu 6 parti de dâhil olmak üzere ülkemizdeki bütün partilerde sıkı bir parti disiplini var. Sıkı parti disiplini esasen siyasî kültürel bir olgudur. Bu disiplin ne kanun ile kalkar, ne de kanunla gevşer ya da kalkar.
Kaldı ki, parti disiplini sadece Türkiye’ye özgü bir olgu da değildir. Dünyada birkaç ülke (ABD ve Brezilya gibi) hariç bütün ülkelerde parti disiplini değişen ölçülerde mevcuttur. Hele ki parlamenter sistemin olmazsa olmaz olgularından biri de parti disiplinidir.
Hatta parti disiplini olmaksızın parlamenter sistemin işlemesi mümkün değildir. Bu, Almanya’da da böyle, parlamenter sistemin ana vatanı İngiltere’de de böyledir.
Bu mutlak gerçeklik karşısında, parti disiplini hiç olmayacakmış gibi, halkın gözünün içine baka baka, imkânsızı vaad etmek, halkı en amiyane ifade ile “SAF” yerine koymaktır.
Kılıçdaroğlu, çıkmış diyor ki Almanya’da aylardır koalisyon hükümeti kurulamadığı halde ekonomide sorunlar yaşanmadı, işler tıkır tıkır işledi.
Kılıçdaroğlu’nun ekonomik sistemin kökleşmişliği ve hacmi noktasından Almanya’nın çok uzağında kalan Türkiye için bu gerekçeleri ileri sürmesi, soğuktan donan birisine sıcak yöredekilerin kıyafetini önermeye benzer.
Türk ekonomisi Almanya’dakine göre çok kırılgan.
Diğer yandan Almanya’da sağlam bir koalisyon kültürü var. Öyle 10 günlük, 20 günlük, 40 günlük koalisyon hükümetleri bu ülkede yoktur.
Hatta Almanya kadar sağlam bir ekonomik yapıya sahip İngiltere’de bile koalisyonlardan nefret ediliyor.
Türkiye’de 1991 sonrasında 25 günlük koalisyon ya da azınlık hükümetleri dönemi yaşandı. Ülkemiz koalisyonlardan çok çekti.
Ama Kılıçdaroğlu çıkmış koalisyonların faziletlerinden söz ediyor.
Milli seçim barajını %3’e indireceğiz demişler.
Anlaşılan parlamentoya en az 15-20 partinin girmesini amaçlıyorlar.
Oysa “yönetimde istikrar” yanında “yasamada iktidar” da son derece önemli.
15-20 partili Meclisin yasama faaliyetini yürütmesi, bu zeminde kanunların çıkarılması konusunda mutabakat sağlanması çok zordur.
Her şey temsilde adaletten ibaret değildir. Yönetim ve yasamada istikrar da son derece önemlidir.
Şayet Almanya’da olduğu gibi sağlam, oturmuş, uzun ömürlü koalisyon kültürü oluşsa koalisyonlardan korkmanın yersiz olduğu söylenebilir.
Ama Türkiye’de bunun ihtimali çok zayıf görünüyor. Hele ki partilerin daha da ufalanmış haliyle mecliste temsilini sağlama çabaları, istikrarsızlığı daha da artıracaktır.
Türkiye’de parlamenter sistem döneminde tam iki başlı yürütme uygulamaları ve kültürü var. Batıdaki sembolik Cumhurbaşkanı, bizim siyasi kültürde işlemiyor.
Batı’da Kral ya da cumhurbaşkanları, yetkileri geniş olduğu; bu bağlamda hükümetin bütün kararlarına imza atarak ortak olduğu halde, fiili işleyiş sembolik olarak gerçekleşmekte, devlet başkanı kararları usulen imzalamaktadır.
Türkiye’de ise Cumhurbaşkanları sahip oldukları yetkileri sonuna kadar kullanma eğilimindedir. Atatürk böyle idi, İnönü böyle idi. Demirel, Özal, Sezer böyle idi.
Hatta Atatürk, İnönü’ye “ben senin mühürdarın değilim” diyerek sembolik yetkililik pozisyonunu elinin tersi ile itmiştir.
Çooook tarafsız olduğu söylenen Ahmet Necdet Sezer’in yetkilerini nasıl üst düzeyde kullandığı hafızalarda canlılığını koruyor.
Kısaca, Türkiye’de koalisyon, hem kısa ömürlü hükümetlere sebep oluyor, hem de çoğu sorunların kaynağını teşkil ediyor.
Milletin hafızasının zayıflığından hareketle koalisyonların faziletlerinden bahsetmek, bu ülkeyi tekrardan koalisyon cenderesine, çıkmazına, bocalamasına sürüklemektir.
Mutlak iki başlı şekilde işleyen yürütmede, cumhurbaşkanı başbakan çatışmalarını gizleyerek, bu çatışmayı giderici çözümler önermemek de, bu açıklamanın zayıf yanıdır.
Kısaca, 6 parti genel başkanının güçlendirilmiş parlamenter sisteme yönelik yaptıkları açıklamada sadra şifa somut, belirgin, haritası ve programı olan bir öneri olmadığı gibi, açıklamanın Ukrayna savaşının bomba sesleri arasında kaybolması, açıklamanın kamuoyu etkisini zayıflatmıştır.
Getirilen önerilerin sadece iyi niyet temennileri olduğu, bazı içeriği belirsiz ama hiç kimsenin itiraz etmeyeceği ilkelerle süslendiği, bunların nasıl hayata aktarılacağı açıklanmadığı için, Ukrayna savaşı içinde açıklanan manifestonun bizzat kendisi balon gibi çok fazla sesi duyulmaksızın BOOOM diye patlayıp, söndü gitti.
Sırf parlamenter sistemi getirmek için çaba sarf etmek beyhudedir.
Geçmişte yaşanan bu sistem temelli sorunları tamamen gizleyerek hükümet sistemi önermek başka bir beyhudeliktir.
Yargının bağımsızlık ve tarafsızlığının, parlamentonun güçlülüğünün sağlanması yönündeki vaadler de tamamen soyut, içerikten yoksundur.
Belki de, toplumun pek fazla heyecanlanmayacağı düşünülerek, bu 6 parti lideri yeni Anayasa ile alakalı projelerini Ukrayna savaşının gölgesi altında açıkladılar. Ne dersiniz?