Bazı gazeteler, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Arabistan-Kırgızistan gezisinden sonra rahatsızlanarak tedavi altına alınmasını,”Gül, bir suikast sonucu zehirlendi” şeklinde manşetlerine taşıdılar.
Basında hiç yazılmadı ama 8-10 sene önce yine dar çevrelerde, Gül’ün civa yöntemi ile yavaş yavaş zehirlendiği bilgisi dolandırılmıştı.
İddiaya göre Gül’ün yiyeceklerine katılan civa ile sinirlilik, uykusuzluk, depresyon şeklinde nörolojik semptomlar meydana getirilerek Parkinson ve Alzheimer olmasının önü açılmak isteniyordu.
Hiçbir iddiayı sıfırlamak gibi niyetim yok ama Gül ile ilgili iddialar gerçek olsaydı, hastalıkları şimdiye kadar çoktan gerçekleşirdi.
Belli ki, Gül’ün siyaset sahnesinden çekilmesini isteyen tanımlanmamış canlı bir damar var.
Gül’ün rahatsızlığı ile ilgili elimizdeki mevcut bilgiler şöyle;
Gül’ün Arabistan gezisinde sıcaklık 40-45 dereceydi.
Makam arabalarının içi ve otel odalarının sıcaklığı ise 20 dereceydi.
Aradaki 20 derecelik farktan rahatsız olan yalnızca Cumhurbaşkanı Abdullah Gül değil. Cumhurbaşkanlığı bürokratı ve yanındaki heyetten de 15 kişi rahatsızlandı.
15 kişiyi yakalayan bir rahatsızlığı görmezden gelip, yalnızca Gül hastaymış gibi göstermek, ya da Gül’le beraber 15 kişinin rahatsızlandığından haberi olmamak bir gazetecilik eksikliği değil midir? İdeolojimize hizmet eden her bilgi, mutlak doğru değildir.
Başbakan’ın doğruları!
Başbakan Erdoğan doğru olduğuna inandığı bir konuda, konuşmasının içerik zenginliğini hiç önemsemiyor. Doğru muyum, doğruyum… Öyleyse, lafı muhatabın alnına dayarım anlayışına sahip. Bunun son örneğini yakın zamanda yaşadık. Suriye kamplarını ziyaret etmek isteyen CHP Lideri Kılıçdaroğlu’na, “Buradaki insanların can güvenliği bizden sorulur. Burası yol geçen hanı değil” dedi.
İyi de, Suriye kamplarında kalanların can güvenliğini Esad değil de, Türkiye’nin ana muhalefet partisi lideri mi tehdit ediyor?
Diğer yandan Başbakan Erdoğan’ın emekli general Osman Pamukoğlu’nun, “Hakkariyi kaybettik” sözlerine karşılık, “Seviyesiz” yanıtını çok yerinde buldum.
Bir Türk generalinin, Türkiye’nin bir parçasının teröristlerin eline geçtiğini söylemesi utanç vericidir.
Tersinden okuyalım.
PKK, Pamukoğlu’nun bu sözlerine üzülmüş müdür, sevinmiş midir?
Askeri yaşamında büyük başarıları olan bir generalin BDP&PKK ile aynı söylemde buluşması büyük talihsizlik oldu.
Küllerinden, yeniden…
Türk basınının yaşayan en büyük ustalarından Rahmi Turan’a, “Turktime’da yazar mısınız?” diyeli koca 3 yıl olmuş.
Şair ne güzel söylemiş;
“Günler ağır, yıllar çabuk geçer” diye…
Tam da öyle oldu.
Rahmi Abi 3 senedir hiç aksatmadan Turktime.com’da yazıyor.
Okunma oranları yazar bazında sitenin tüm zamanlarının rekoru.
Her yazısına aldığı 200-250 yorumla yine diğer yazarlara fark atıyor.
Bu net fotoğraf, Rahmi Abi’ye, “az okunuyor” iftirası atanlara kapak olsun…
Şemdinli hatırası
Hürriyet yayın yönetmeni Enis Berberoğlu’nun, ismi terörle simgeleşen, can güvenliği sıkıntısı olduğu bilinen Şemdinli’ye gitmesi iyi bir habercilikti.
İronik&metafor yüklü yazısıyla haftayı önde kapattı.
Oysa Enis Bey manşette, “Dağda kahve molası” yerine, “Şemdinli’de kahve molası” deseydi, BDP’li Demirtaş’ın, “Şemdinli’de 400 kilometre PKK’nın kontrolünde” iddiasını olay yeri raporuyla yanıtlamış olabilirdi.
Dağ genel, Şemdinli özel bir isim.
Demirtaş’ın vurgusu Şemdinli içindi.
Berberoğlu belki böyle yaparak kendi gazetecilik sınırını çizmek istedi.
Her ne kadar Pazar eki ruhuyla örtüşse de; çiçekler, yeni ütülenmiş izlenimi veren örtülü bir masa ve ayak ayak üstüne atma kadrajı biraz Özkök’ün sitcom tarzını anımsattı. Oysa her ikisinin tarzları bambaşka…
Velhasıl; hafızalarda uzun süre kalmaya aday bir habercilik girişimi Pazar eki ruhuna kurban edilmiş, hatta yarım kalmış gibi dursa da Enis Berberoğlu’nun gazetecilik damarının taze olduğunu görmek Şemdinli izlenimlerini yeterince önemli yapıyor.
Atatürk dedi ki; Ve aleykümselam
Mütedeyyin kesim bir türlü Atatürk’e ısınamadı.
Atatürk, kurduğu Cumhuriyet’in dinamikleri tarafından, üstelik Cumhuriyet kurul
duğundan bu yana tasfiye edilmek isteniyor.
Kendi ayağımıza kurşun sıkmaktan bıkmadık.
Atatürk’ün yaptıklarının onda birisini bir gayrimüslim yapsaydı, teşekkür için heykelini dikerdik.
İnsana kutsallık atfedenlerden değilim.
Kutsal olanın Allah ve O’nun indirdikleri olduğuna inanırım.
Elbette Atatürk de her insan gibi hatalar yaptı ama doğruları hatalarının önünde oldu.
Atatürk’ü bitirmek için kullanılan en sihirli kelime, o’nun dinsiz olduğu…
Hasan Rıza Soyak anılarında yazıyor.
Atatürk’ün son sözleri, “Ve aleykümselam” olmuştur.
Demek Atatürk’e bir selam veren vardı ki, selama mukabele etti.
Nahl Suresi 32. ayette "Melekler iyi kulların canlarını alırken kendilerine SELAM üzerinize olsun, yapmış olduğunuz iyiliklerin karşılığı olarak cennete giriniz" yazıyor.
Yani, Allah’ın Kur’anı Kerim’deki ifadesine göre ölüm meleği (Azrail) iyi bir kulun canını alırken o kişiye selam veriyor.
Atatürk kendisine, “Esselamün aleyküm” diyen Azrail meleğine, “Ve aleykümselam“ diyerek ruhunu verdi.
İnşallah ona iftira atanlara da ölürken, “ Ve aleykümselam” (Allah’ın selamı üzerinize olsun) demek nasip olur.
Atatürk’e dinsiz diyenlerin ön ezberlerinden sıyrılıp, bir de bu pencereden bakmalarını öneririm.
Hüsnü Zan, Su-i Zan’dan daha iyidir.
*Bu yazı Talat Atilla’nın Güneş Gazetesi’ndeki köşesinden alınmıştır…
EDİTÖRÜN NOTU:
DEĞERLİ YORUMCULAR… FİKİRLERİNİZİ ÖZGÜRCE PAYLAŞABİLMENİZ İÇİN YORUM KRİTERLERİMİZİ ESNETME PAHASINA YORUMLARINIZI ONAYLIYORUZ. ANCAK ÖZELLİKLE SON DÖNEMLERDE YORUM SAYFALARININ FİKİR PAYLAŞMA VE/VEYA HABERİ/YAZIYI YORUMLAMA ALANINDAN ÇOK KİŞİSEL KAVGA VE HAKARET ETME ALANINA DÖNÜŞTÜĞÜNÜ ÜZÜLEREK GÖRDÜK. VE İŞİN EN İLGİNÇ TARAFI, BU DURUMDAN EN FAZLA ŞİKAYET EDEN YORUMCULARIMIZ YORUMLARINI KİŞİSELLEŞTİRENLER OLDU. BU UYURI HERKESE: BUNDAN BÖYLE KİŞİSEL İTHAMLAR, HAKARETLER, DİREKT BİR BAŞKA YORUMCUYU HEDEF ALAN YORUMLAR ONAYLANMAYACAKTIR. BU HASSASİYETİ GÖSTERMEYEN YORUMCULARIN “YORUMUMUZ NEREDE EY EDİTÖR?” DİYE SİTEM MESAJLARI ATMADAN YORUMUNU TEKRAR GÖZDEN GEÇİRMESİNİ RİCA EDERİZ. İYİ OKUMALAR…