Bu hafta geçen hafta kadar hareketli değildi. Bir çok bireysel konu vardı ama toplumsal veya özellikli genel siyasal gelişmeler fazla değildi. Sarkozy’nin kısa süreli gelişi ve bizi yine küçümsemeye çalışması, AB konusunda dışlama tavrı belki dikkate alınabilir ama yeni değil ki. Biz “AB’ye girdik” diye havai fişekler attığımızda da tavrı farklı değildi, biz anlamak istememişiz.
Bu hafta sonu Resmi Gazete’de çıkan ve uzun süredir Meclis’te bekleyen Cumhuriyet tarihinin en önemli ve en kapsamlı affını ihmal etmememiz lazım. Son yıllarda yapılan ne tür kaçak, borç, ödeme ihmali veya unutkanlığı varsa hepsi kapsama girdi. Bir genel seçim öncesi hiçbir siyasi parti veya sosyal taraf karşı çıkmadı ama yapılanın pek doğru olduğunu da kimse söyleyemedi. El birliği ile çalan, çırpan ve kaçıranı affettik. Helal olsun bize!
Belki de hiç birimiz masum değilizdir…
Galiba haftanın en önemli olayı bir kayıp verdikten sonra gerçekleştirdiğimiz Libya tahliyesi idi. Devletin vatandaşına sahip çıkması güzel bir şey. Benzeri olaylarda özellikle Amerika veya İngiltere’nin vatandaşlarına gösterdiği hassasiyet beni her zaman kıskandırırdı, bu sefer biz gurur duyduk. Ancak, vatandaşlarımızı almaya gidecek yolcu gemilerimizin olmayışını ve bir fırtına olma durumunda deniz otobüsleri ile aldığımız riski unutmayalım.
Bana Hürriyet’in konuyla ilgili Cuma günkü manşeti de ilginç geldi. “Türkler Kadar Olamadık” Güya Amerikalılar veya Avrupalılar böyle demiş, bize gıpta etmişler. Peki, mevhumu muhalifinden gidelim. Biz benzeri bir durumda “Bangladeşliler Kadar Olamadık” diye konuşsaydık Bangladeşlileri övüyor mu, yoksa küçümsüyor mu olacaktık? Benzeri bir espri ile Türk firması olmakla övünen kot, boru, inşaat alanları ile ilgili televizyon reklamları var ama onlar “gibi” ve “kadar” detaylarını ihmal etmemişlerdi. İktidara yağcılık yapalım derken, yanlış yapmışlar. Hürriyet’e yakışmıyor.
Haftanın bir diğer eni ise geçen hafta İçişleri Bakanı Beşir Atalay’ın Türkiye’deki basın özgürlüğünün ABD’den daha ileri olduğu yönündeki açıklamasına bu hafta cevap verilmesi oldu. ABD Dışişleri basın sözcüsü Crowley soru soran bir gazeteciye gülerek “ABD’den daha mı ilerideymiş?” dedikten sonra ABD’de yazdıklarından dolayı içeride olan gazeteci anımsamadığını söylemiş.
Bu arada Ahmet Hakan’ın Ankara’da kaldığı otelden alınarak sabah 5’de “sehven” karakola götürüldüğünün ne anlama geldiğini de unutmayalım.
Bu haftanın dikkate almamız gereken diğer bir olayı da bölgedeki olaylar başlayalı bildiğimiz Obama’nın Erdoğan’a açtığı 3’üncü telefondu. Başbakan’ın açıkladığı gibi BOP’un eşbaşkanıyız da bu ne anlama geliyor hep birlikte düşünmeliyiz. Bölgedeki olaylara taraf olarak giderek daha aktif katılmaya başlayacağız, bu anlaşılıyor. E-dergah’ın kadim yorumcularından Hasan Tahsin’in geçen yazıma yazdığı ilk yorum da olduğu gibi “Meteorolijik hava şartları, CANLILARIN yeni pozisyonlar almasını KAÇINILMAZ kılar.Bununla birlikte,yeni Meteorolojik şartları kabullenmek istemeyip, pozisyon almamakta direnen,Canlıların varlığını da unutmamak lazım.Manzara bundan ibarettir.” diye düşünmek bunu bir politika haline getirmek mümkündür ama Türkiye’nin bu anlamda bir politikasının olup-olmadığını bilmeliyiz. Türkiye’nin bölgedeki değişimden çıkarları nelerdir bilmeliyiz. Kaddafi’nin oğlunun açıkça söylediğinin anımsattığı üzere, bölgede Türkiye gittikçe olayın tarafı, ABD’nin yandaşı görünümüne bürünüyor. “Pozisyon almakta” direnmiyoruz ama çıkarlarımız nelerdir, bilen var mı? Hükümetimiz Hasan TAHSİN kadar gerçekçi ve olayların farkında mı bilmek hakkımız değil mi?
Bir diğer konu da olaylar başladığında yazdığım gibi işin ekonomik boyutu. Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz’ın dediği gibi 10 milyar dolar civarında bir sıcak para çıkışı oldu. Petrol yükseliyor, döviz çıkışta, borsa düşüyor. Bu durum tüm dünyada böyle ama bizim ekonomik dengelerimiz çok hassas, çok dikkatli olmalıyız.
Değil mi?
Temel’in mezar taşına yazdırdığı “Hastayum, hastayum dedim bağa inanmadunuz, ne oldi?” durumuna düşmek istemiyoruz.
İyi hafta sonları.