Hızlı kent yaşamı içersinde yalnızız. Bilerek tercih ediyoruz. Bilerek tercih ettiğimiz yalnızlık değil ama yalnızlığa götüren yaşam tarzı. Daha çok tüketmenin, lüks tüketmenin, marka tüketmenin, tüketebilmek için çalışmanın, tüketebilmek ve sahip olmak için ruhumuzu satmanın farkında olmadan gereklerini yerine getiriyoruz. Farkında olmadan çünkü, bu da bizim tercihimiz olmaktan ziyade çevremizin, bize belletilenin bir sonucu… Okuldan itibaren sadece bedeni ihtiyaçlar ve nefsimiz için yani tüketim odaklı eğitiliyoruz. Bir ruhumuz olduğunu, onun da doyması gerektiğini bilmiyoruz. Zaten yüzyıllardır Anadolu bozkırına hapsedilmiş, adam yerine konulmamış, Cumhuriyetle birlikte birey olduğunu anlamaya başlamış nesilleriz, bir de bu hızlı kentleşme ve hızlı teknolojik değişim iflahımızı kesiyor… Hem öyle olmasa bile Batılı sanayileşmiş toplumlar dahi kaç yüzyıldır hala kentleşme ve teknolojik değişime alışamadılar, kolay mı?
Biz nasıl mücadele edeceğiz?
Yine sorunu aldığımız Batılıların yaptığı gibi…
Çoğu Uzakdoğu kökenli yöntemlere başvurarak mı?
Feng shui, reiki, shiatsu, yoga, chi, yaşam koçu, arınma, temizlenme…
Şimdi çevremizde özellikle büyük şehirlerde bunlara ilgi duyan o kadar çok insan var ki… Gün geçtikçe sayıları artıyor. Bunları küçümsemiyorum. Hayat enerjisinin akışını keşfetmek, çevremizi saran mistik yaşam nefesini fark etmek, evrenin ve doğanın titreşimlerini algılayabilmek güzel şeyler… Dediğim gibi itiraz etmiyorum ama bir şeyleri ihmal etmiyor muyuz?
Gelmek istediğim nokta, kendi değerlerimiz, geleneksel yaşam tarzımız, inançlarımız. Bunları çok ihmal etmedik mi?
Hemen ben namazımı kılıyorum diyen siyasi dindarlar laf etmesinler. Onlar da bu konuyu içselleştiremiyorlar. Onlar da ruhlarını arındıracak, iş ve sosyal yaşamlarındaki zorluklar karşısında kendilerine manevi bir zırh olacak tarzda bu ibadeti içlerine sindiremiyorlar. Ruhlarını, gönüllerini yüceltemiyorlar. Namaz yada ibadet bu dünyaya ait maddi bir eylem onlar için. Diğer kesimler zaten ruhsal-manevi ihtiyaçlarımızın farkında değil. Hocalarımızın büyük çoğunluğu ise hala vaazlarında örnekleri Sahabe döneminden ve geçmişten vererek günümüze gelemiyorlar.
Bizim yakın geçmişimizde özellikle kasaba ve şehir yaşantımızda manevi yanımızı doyurma gibi bir sorunumuz yoktu. Yaşam daha dengeliydi. Nerede ise tüm mahalle tüm sülale birbirini bilir ve destek olurdu. Danışacağımız, örnek alacağımız abiler, ablalar çoktu. Bayramlar dahi manevi yanımızı tatmin ederdi… Sonra yalnızlaşmaya başladık. Kentleşme ve teknolojik değişim-dönüşüm bizi de sıkıntıya soktu. Bu gün daha çağdaş bir din anlayışına, teknolojik ve iş yaşamımızdaki gelişmeleri kavrayan bir maneviyata ihtiyacımız var.
Bu yazımla biraz farklı bir konuyu sizin tartışmanıza sunmak istedim. Ben çok basit olarak giriş yaptım konuyu severseniz ilerde derinleştiririm.