Pantolonunun paçalarını sıvayıp, yalın ayak sarayın bahçesinde uzun uzun yürüse.. Otların, çiçeklerin, böceklerin fotoğrafını çekse.
Bi’ türkü patlatsa durduk yere..
Kafasını gözünü kıra kıra, detone olmaktan korkmadan, Hekimoğlu’nu söylese.
Birden dönse şoförüne:
‘Konya’da hasat mevsimi şimdi.. Sür bakalım ovaya delikanlı; çiftçinin, işçinin hali nicedir bir görelim, soğuk ayranları da varsa içeriz hem..’ dese.
Ova yolunda ‘sadece bilmek zorunda kalanların bildiği bir yol üstü lokantasında’ mola verse. Bilmek zorunda kalanların henüz bildiği yolcularla, garsonlarla sohbet etse..
Kırk elli sene sonra Avrupa’nın en seçkin müzayede salonlarında; kalemi, not kâğıtları, gözlüğü, çakmağı.. Filhakika parmak izinin olduğu her bir eşyası on milyonlarca dolara alıcı bulacak Nobel ödüllü tek edebiyatçımız Orhan Pamuk’la sulh olsa. Ofisinin balkonunda çay içse..
‘Benim adım Recep.’ dese.
Bir gece vakti İstanbul Milletvekili Ahmet Hamdi Çamlı’yı arasa: ‘Söyle bakalım Ahmet, tavuk mu yumurtadan çıkar, yumurta mı tavuktan..’ diye sorsa.
Dokuz buçuk ay mühlet verse.
Milyonlarca gencin sınav sorularının; gençliğinin, istikbalinin, hayallerinin çalındığını öğrenince..
‘Geri al geri al.’ dese.
Memleketin en stratejik kurumlarının satıldığının; yer altındaki kablolarına kadar söküldüğünün, bankalarının dolandırıldığının farkına varınca..
Alt dudağını ısırsa.
Her nisan ayının ilk cumartesi gününü ‘fidan vakti.’ ilan etse. Her sene farklı köy okullarından gelen öğrencilerle fidan dikse.
Diktiği fidanlara tarihi şahsiyetlerin adını verse:
‘Neden bu fidana Necip Fazıl dedik, neden şuradaki Nazım Hikmet, onun hemen yanındaki niye Mimar Sinan, biliyor musunuz evlatlarım?’
Diye başlayıp, bir iki saat öğretmeni olsa yavruların, ders verse.. En az bir yabancı dil bilse. Bilmiyorsa öğrenmeye heves etse.
Pandemi döneminde beş milyon kişi işinden ayrılmak zorunda kaldı;
Çaresine baksa.
Beş milyon Suriyeli mülteci sorunu halının altına süpürünce kaybolmadı mesela.
Çözümü nedir, bildiğini bize de söylese.
21. yüzyıl Türkiye’sinde, otobüsün üstünden millete iki yüz elli gramlık çay dağıtmasa, nahoş görüntülerin oluşmasına izin vermese, uzanamayan talihsiz yarışmacıları evlerine üzgün göndermese.
Elbette içlerinde art niyetli olanları da vardır ama; ekseriyeti, bizatihi vatandaşın günlük hayatını etkileyen hatalı politikalar üzerine yapılmış eleştirileri, iktidarı hedef alan saldırı gibi görmese.
Çoğunun yirmi / otuz sene sonra esamesi okunmayacak, cepleri döviz bürosundan farksız şarkıcılara seyircisiz konser verdireceğine;
Pandemi döneminde sahnelerden, setlerden uzak kalmış sahne sanatçılarına, sinemacılara, belgeselcilere, set işçilerine destek verse.
İşi anket firmalarına bırakmasa; haftada üç beş vatandaşı rastgele arasa, halini hatırını, derdini sevincini sorsa.
Cumhur’un Reis’i olarak; beni temsil eden, bana hizmet veren muhalif partilerden seçilmiş Belediye Başkanlarını da arasa, telekonferansa onları da dahil etse..
Promter’dan akan yazının hızına yetişemeyince, gerilip: ‘geri al geri al.’ Demektense:
‘Bu köftehorlar aşık galiba.. Durun, promter düzelene kadar ben size bir Karadeniz fıkrası anlatayım.’ dese.
Güleç yüzlü olsa..
Düzelen promterdan; inancı, siyasi görüşü, etnik kökeni fark etmeksizin; birlik, beraberlik, kardeşlik metni aksa..
Akmasa, çağlasa !
Kendi siyasi partisine değil, tüm Türkiye’ye hitap etse. TBMM Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu toplantılarına katılsa.
Dicle’nin kenarında kaybolan koyun, Hazreti Ömer’in sorumluluğunda.. Evvelce Ergenekon davalarının savcısı olmuştu Reis;
Geçtiğimiz ay ölen otuz altı kadının da savcısı olsa..
Belki Avrupa bizi kıskanmaz ama;
Belki ‘gök mavi, dal yeşil, tarla sarı.’ olmaz ama..
En azından, insan olduğumuzu hatırlarız bu diyarlarda. Bu hayalleri kurduğumuz makam, yabancımız değil,
Bizim memurumuz:
‘Hizmetkârlarımız!’ en sonunda..