Son zamanlarda, hukuksuzluklar ve hukuka saygısızlıklar inanılmaz derecede artmış durumda.. Fetö ihtilal girişiminin ardından çıkarılan Kanun Hükmünde Kararnamelerle, iktidar her istediğini yapmaya devam ediyor.. Demokrasiye, çağdaşlığa, laikliğe, Atatürk ilke ve inkılaplarına zarar veren uygulamalar, vatandaşı üzüyor..
Tamam, olağanüstü hal dönemlerinde, idarece kısa süreli bazı özgürlük kısıtlamalarına, hukuka aykırılıklara başvurulabilir. Ancak bu fırsattan yararlanılarak abartıya kaçmamak da hukukun öncelikli gereğidir.
Çağdaş hayat düzenilerinde, her toplumda herkes, hukuka saygılı olmak zorundadır.. Bu kurala en başta da hukukçular uymalı ve hukuk kurallarına en önce onlar saygı göstermelidirler. Yan, hukuka saygılı olmak öncelikle hukukçunun görevidir.
Adli yıl açıldı.. Cumhurbaşkanı, güvenlik gerekçelerini öne sürerek açılış törenin Cumhurbaşkanlığı Sarayında yapılmasını istedi. Bu doğru değildi.. Yargının bağımsızlığı ilkesini zedeleyici bir duurumdu.. Çünkü adli yıl açılışında ev sahibiYargıtaydı. Açılışlar yıllardır, Yargıtay’ın düzenlemesinde ve onun istediği mekanda ve evsahipliğinde gerçekleşmekteydi..
Herkes bilir ki, demokrasilerde Devleti üç organ temsil eder: Yasama, Yürütme ve Yargı.. Cumhurbaşkanlığı da, bu organların uyumlu çalışmasını gözetme görev ve yetkilerine sahip olan kurumdur.
Bu yılki Adli yıl açılışı Cumhurbaşkanlığı Sarayında yapılınca, Yargıtay orada misafir olarak kalmış oldu. Hakimler ve savcılar da ayağa kalkıp Sarayda Cumhurbaşkanını karşıladılar. Yargının en önemli üçüncü kolu olan avukatların temsilcileri ise, açılışın Sarayda yapılmasını hukuka uygun bulmadıkları için törene katılmadılar. Katılmayacaklarını da zaten, TürkiyeBarolar Birliği Başkanı Feyzioğlu önceden açıklamıştı. Avukatların bu kararını haklı bulan CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu da katılmama kararını vermiş ve nitekim açılışa gelmemişti.
Barolar, açılışın Sarayda yapılacak olmasını, tarafsız olması gereken Cumhurbaşkanın yargıya müdahelesi olarak değerlendiriyorlardı. Bence bunda da haklı idiler.
Cumhurbaşkanı avukatların bu değerlendirmesine karşı çıkarak şöyle dedi: “Açılışın, kapasitesi sınırlı ve güvenlik açısından sıkıntılı olabileceği anlaşılan bir otelin toplantı salonunda yapılmaması gerekir.”
Ben bu bu yazımın girişinde; Hukuka saygılı olmak, öncelikle hukukçuların görevidir
demiştim.. Onun için Cumhurbaşkanının bu kararı karşısında acaba, Hükümette adaletin temsilcisi olarak bulunan Adalet Bakanı Bekir Bozdağ ne diyecek diye merak etmekteydim.. Konuştu: “Yargı bağımsızlığını ve tarafsızlığını, şekilde, ideolojimize uygunlukta, adli yıl açılışının yapılacağı yerde aramak, ilkelliğe, mahalle baskısına teslim olmaktır..”diye başlayan laflar etti.. Şaştım kaldım bir hukukçunun ağzından çıkan bu sözlere..
Sayın Bekir Bozdağ madem böyle konuştunuz size birkaç sorum olacak..
Bildiğim kadarı ile Hukuk Fakültesi mezunusunuz. Avukatlık yaptınız.. Sonra AKP’de siyasi hayata atıldınız, milletvekili oldunuz, Bakanlıklarda bulundunuz.. Şimdi Adalet Bakanısınız.
Öncelikle sormak istediğim sorum şu: Siz Usul Hukuku derslerinden nasıl geçer not almıştınız acaba? Sarfettiğiniz sözleri, fiillerin suç olup olmadığını belirleyen Ceza Hukukuna, Medeni Usul Hukuku, Ceza Usul Hukuku kitaplarının öğrettiği bilgilere taban tabana zıt buluyorum..
Ben hukuktan 1959 yılında mezun oldum.. Siz 1965 doğumlu olduğunuza göre o tarihte henüz doğmamıştınız bile.. Bize o zamanki hocalarımız Kubalılar, Hıfzı Veldetler, Recai Galipler, Sıddık Samiler, Sulhi Dönmezerler bütün rahmetliler; hukukun her şeyden önce şekli kurallar bütünü olduğunu öğretmişlerdi.. Siz avukatlık yaptığınız dönemde müvekkilinizin hakkını usullere, şekillere uymadan mı savunmuştunuz? Hakim olsaydınız, yargılamada usullere uymadan mı duruşmaları sürdürecektiniz? Şeklen bütün suç şartları oluşmuş bir fiile, “suç yok” hükmü mü verecektiniz?
Çünkü sarfettiğiniz sözler; şekilcilik, ilkellik ve mahalle baskısı yakıştırmaları bana böyle düşündürüyor. Ve bu sözleri, hukukçunun hukuka saygısızlığı olarak değerlendiriyorum.
***
Hukuka saygıdan ve gerçek hukukçuluktan söz edince, ben daima derhal Yekta Güngör Özden Bey’i hatırlarım.. Eski Anayasa Mahkemesi Başkanlarımızı.. Şimdi Sözcü Gazetesinde makaleler yazan değerli hukukçumuzu..
Yekta Bey geçenlerdeki bir yazısında şöyle diyordu: “Çağrı üzerine katıldığım genç hukukçular toplantısında karşılaştığım bilgi düzeyi, hukuk, eğitim ve öğretim alanındaki olumsuzluklar kanımı doğruladı. İnançla bilgiyi, alışkanlıkla görgüyü, terbiyeyle ilişkiyi birbirinden ayıramamanın oluşturduğu ortamlar her zaman düşünceyi ağırlaştırır. Meslek eşiğindeki gençleri onlardan beklenen düzeyde göremeyince yüzümün çizgilerine bakıp sorulan; “Pişman mı oldunuz?” sorusuna “Hayır! Ama çok üzüldüm” yanıtını verdim. Benim için adalet en etkin ilâç, en doyurucu gıdadır..”
Yekta Bey bu sözleri ile, hayata atılınca devleti ve toplumu, yasaya, hukuka ve demokrasiye uygun biçimde yönetme görevi üstlenecek olan gençlerin durumunu tasvir etmekteydi. İlerde yargı erkini, hakim, savcı veya avukat sıfatı ile üstlenecek olan, millet adına o yetkiyi kullanacak gençlerin haline üzülmekteydi.
Avukat stajyerleri arasında bilgisi yetersiz, konuşmayı, soru sormayı, dinlemeyi, eleştirmeyi, hatta giyinmeyi yeterince bilemeyenlerin bulunmasına üzülüyordu.. Türbanlı kız öğrencilerden hüzünle söz ediyordu...
Gerçek hukukçu gelişigüzel konuşmaz, diyordu. Yanlış ve yavan bir bilgiyle görev yapmaz.. Hukuku siyasallaştırmak yerine siyaseti hukuksallaştırmaya çalışır.. diyerek sözlerini noktalıyordu.
Üzme kendini üstad.. Yalnız Hukuk Fakülteli kızlarımız değil, Üniversiteler, İmam Hatipler, Parlamento’muz, pek çok Devlet daireleri, Orduevleri, polis teşkilatı ve adliye mensupları da türbana bürünmüş durumda.. Türbanlı emniyet müdürü var.. Cumhurbaşkanı, Yüksek Yargıya da türbanlı bayanlar atadı.. Atatürk inkılaplarının pek çoğu yerle bir ediliyor.. Bu gidişle yarın Orduda da türbanlılar karşımıza çıkarsa şaşmayacağız galiba..
Bunlara karşı çıkmak, yani hukukun üstünlüğü ilkesinin zedelenmesini önlemek görevi, sıradan Hukuk öğrencisinden profesörüne, hakiminden, savcısından, avukatına, Yargıtay, Danıştay Başkanlarından, Anayasa Mahkemesine kadar, basının ve tüm vatandaşların da boyunlarındaki bir borçtur.