Burada, bu veya benzeri sütunlarda yazan, okuyan, yorum yapan değerli kişilerin mutlaka ülke sorunları konusunda duyarlıkları vardır. Üstelik bu duyarlık mutlaka bilgi, tecrübe ve akılla desteklenmektedir. Ancak tüm bu özelliklerimize rağmen duygularımızı aşamamamızı anlayamıyorum. Bu durum galiba dogmatizm yada fanatizmden farklı bir şey…
Şimdi şu habere bir bakalım; Cumhurbaşkanı Gül ''Suriye, Irak ve İran'daki gelişmeler ve bu gelişmelerden dolayı meydana gelen gerilimin sıcak bir çatışmaya dönüşme ihtimaline'' vurgu yaparak ''Türkiye için diplomatik aktivizm ve askeri hazırlık bir seçenek değil zorunluluktur' dedi. Suriye, İran ve Irak ile ilgili son gelişmeleri izliyorsunuzdur. Kısaca Cumhurbaşkanı ve Hükümet Türkiye’yi bizlerin pek anlayamadığı ve onaylayamadığı bir sıcak ortama doğru plansız, projesiz sebepsiz yere sürüklüyor ve biz yada bazılarımız bunu eleştiremiyoruz… Hatta soramıyoruz dahi!
Fark ettiniz mi, İran yetkililerinin açıklaması bize edilen bir küfür gibiydi; “Emperyalizmin taşeronusunuz!” Biz 1600’lü yıllardan beri sınırlarımızı değiştirmediğimiz İran’la neden bu noktaya geldik soramayacak mıyız?
Normal olarak hepimiz bu soruya, “Ne demek eleştirememek, tabi ki eleştiririz” cevabı veririz. Ama öyle değil, eleştiremiyoruz işte. Bu konuda son dönemlerin velut yorumcusu TOTEM geçen yazıya yazdığı ilk yorumda şöyle demiş ve bence doğru bir tespitte bulunmuştu;
“Neyi sağlıklı konuşabiliyor yada irdeleyebiliyoruz ki?Sayın yazar şimdi sizin bu yazınız üzerine bende hükümete bir takım eleştiriler yapmak istiyorum ama siteye girdiğim andan itibaren şuursuz militanların öylesine ahmakça ve saldırgan yorumları ile karşılıyorum ki bütün iştahım ve objektif reflekslerim evrim geçiriyor.Hükümeti eleştirmek uğruna yapılan haksız,vicdansız hatta ahlaksız eleştiriler inanın sıradan bir insanın bile bu çirkinlikten rahatsız olup saldırılan kişiyi savunma refleksine bürünmesine neden olur.Hükümetin yanlışlarını neden görmemekte ısrar ediyorsunuz diye sormuşsunuz! Ben cevap vereyim sayın yazar çünkü sizlerde hükümetin hiçbir iyi icraatini görmemekte ısrar ettiğiniz için.”
Tespit doğru ama gerekçe haklı değil. Bu iş bir bilmem ne yarışı değil ki! Ülke sorunu… Şöyle olduğunda hak veririm; Eğer partilerin projelerinden bahsetsek ve yarıştırsak herkesin kendine yakın partinin projesine veya kadrosuna laf ettirmemesini anlarım ama iktidarın yanlışına, bir ülkeyi savaş sınırına getirmesine laf edilmemesini anlamam, anlayamam. Muhalefet icraat yapamaz, denetler ve eleştirir. Bazen, çok nadir olarak ta takdir eder. İktidar ve muhalefet eleştiri konusunda bir tutulamaz ki…
Kısaca, Türkiye bir yerlere gidiyor, götürülüyor ve biz aklı başında, ülkesini seven ve hassas kişiler karşı tarafa güç vermeme adına bunlara seyirci kalıyoruz.
Fıkra bu ya, Karadeniz’de inatçılık şampiyonası düzenlenmiş. Üç müsabık ortaya çıkmış, başlarından geçen birer olayı anlatıp kahve sakinlerinden şampiyonu seçmesini istemişler.
Birinci müsabık:
“Bir akşam, işten eve döndüm ve kapıyı çaldım, hanım 'kim o?' diye sordu. Kim olacak, bu saatte kapıyı başka kim çalar ki! Kızdım. Ben çaldım kapıyı hanım yine aynı soruyu sordu. Sabaha kadar ben çaldım, o yine aynı soruyu sordu. Ben de inadımdan 'aç benim' demedim. Sabah olduğu için de tekrar işe gittim”
İkinci müsabık:
“Ağrıyan dişimi çektirmek için dişçiye gittim. Dişçi, hangi dişimin ağrıdığını sordu. Madem, koskocaman dişçi, ağrıyan dişimi o bilsin diye inat ettim. Dişçi, bütün dişlerimi çekti, sıra ağrıyan dişime gelince, yine ağrıdığını söylemedim ve ağzımda, tek diş, bu inadımdan kaldı”
Üçüncü müsabık, "Evlendiğim ilk gece hanım, bana dokunmamamı söyledi. Benim de inadım tuttu, aradan 17 sene geçti daha dokunmadım" deyince, jüri başkanı, "Ama senin üç tane kocaman çocuğun var, nasıl olur?" diye sorunca, üçüncü müsabık, “ Vallahi inadımdan onların bile nasıl olduğunu sormadım”
Değerli yorumcular, okuyucular, yazarlar, anladık inatçısınız ama memleket elden gidiyor… Hala bu Suriye, İran ve Irak meselelerinde nereye götürüldüğümüzü sormayacak mıyız?