İnsan hakları bir ideal midir; yoksa bir efsane midir?
Ya da insan hakları, bazıları için geçerli bir akçe, bir nevi seküler KUTSAL’mıdır?
İnsan hakları, bazılarının menfaatine olduğunda çok değerli, menfaatine gelmeyince, ya da kendi küresel statüsünde olmayanlar için gereksiz, hatta zararlı bir şey midir?
Bu soruları, insan haklarının dünyada bayraktarlığını yapan; kendileri haricindekilerde insan haklarının olmadığı iddiasında olan Batılı ülkelerdeki bazı uygulamalar için soruyorum.
Önce insan haklarının basit tanımına yer vereceğim.
İnsan hakları, insanların sırf insan oldukları için sahip oldukları haklardır.
Bu tanıma göre, bir kişinin, başta hayat hakkı olmak üzere, insan haklarına sahip olması için, bir insan varlığı olmaktan başka hiçbir şartın gerçekleşmesine gerek yoktur.
Yani bir kişinin insan haklarına sahip olması için, belli bir ırka, dine, medeniyete, kültüre sahip olmasına, belli bir coğrafi bölgede yaşıyor olmasına bağlı değildir.
Yani Afrika ülkelerindeki en yoksul insanlar da, Batı’daki en varlıklı insanlar da, insanlar da, insan haklarına sahiptirler. Daha doğrusu, insan hakları teorisi bunu gerektirir.
Batının kutsallaştırdığı insan hakları teorisine göre, Afrika’da ve dünyanın diğer bölgelerinde yaşayan en yoksul insanlardan, dünyadaki en varlıklı insanlara kadar, bütün insanların hayat hakkı, mülkiyet hakkı, ifade hürriyeti vd. hakları mevcuttur.
Bu haklara sahibiyet ve bu hakların kişiler açısından değeri noktasından, bu insanların birinden diğerine hiçbir farklılık yoktur; olmamalıdır da.
Yani insan hakları bağlamında, malikanelerde yaşayanların hayat hakkı ile kulübede yaşayanların hayat hakkı aynı derecede ve değerdedir.
Hiçbir kimsenin, ırkından, renginden, cinsiyetinden, içinde yaşadığı ülkesinden, varlıklı olup olmamasından dolayı, hakları değerli ya da daha az değerli kabul edilemez.
Geri kalmış insanlarla medeni insanlar aynı haklara sahip değil demek, insan haklarını inkâr etmek demektir.
Özellikle bazı kişiler, başta hayat hakkı olmak üzere bazı haklardan mahrum bırakılıyorsa, bu mahrumiyete sebep olanların, insan hakları söylemleri ile eylemlerinin uyumluluğundan söz edilemez.
Bu genel değerlendirmeden sonra, göçmenlerle alakalı Batılı ülkelerin fiili uygulamalarına temas etmek istiyorum.
Göçmenlere Yönelik Dışlayıcı Politikalar
Tarihin her döneminde göçler yaşanmıştır.
Bu göçler bazen ülkelerin sınırları içinde gerçekleşirken, bazı kereler ülkeler arası, bazı kereler de kıtalar arası olmuştur.
Tabii ki, insanlar durduk yere göç etmezler; bir kısmı iç karmaşalar ya da savaşlar, bir kısmı yoksulluk sebebiyle, bir kısmı daha müreffeh bir hayat yaşamak için göç ederler.
Bazı devletler bu göçlere karşı kapılarını kapatırlarken, bazıları daha müsamahakâr.
Bazı ülkeler, daha nitelikli göçmenleri kabul ederken, bazıları insani saiklerle göçmenlerin büyük ekseriyetini kabul ediyor.
Bazen, büyük zaruretler sebebiyle yaşanır; geri dönüşü olmayan göçler yaşanır. Bu gibi durumlarda, göçmenlerin reddedilmesi, dramatik sonuçların yaşanmasına sebep olabilir.
Bazen göçmenleri kabul etmeyen ülkeler, yakaladıkları göçmenleri, ülkelerine geri iade ederken, bazı ülkelerin, göçmenlere yönelik reddedici politikaları çok katıdır. İnsanlık dramı mahiyetinde göçler de olsa, kabul etmiyorlar.
Bazen de göçmenlere yönelik alınan önleyici tedbirler, insanlık harici, onların ölüme terkedilmeleri, hatta ölümle sonuçlanacak uygulamalar şeklinde olabilmektedir.
Bu son durumun insan hakları temelli medeniyetle uyumluluğundan söz edilemez.
Göçmenlere Yönelik Gayrı İnsani Politikalar
Yunanistan, Türkiye’nin Batı bölgesinde komşusu olan bir ülkedir.
Yunanistan, Batı medeniyeti ailesi içinde yer almaktadır.
Bu ülke, Batı medeniyetinin kurumsal örgütlerinden Avrupa Konseyi ve Avrupa Birliği üyesidir. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin tarafıdır. Bu Sözleşmede ifade edilen insan haklarını korumak ve ihlal etmemek yükümlülüğü altındadır.
Batı medeniyetinin temel değerlerinden birinin insan hakları korunması olduğu bilinir.
Türkiye’de insan hakları ile alakalı bir ihlal görüldüğünde, bütün Avrupalı ülkeler yoğun tepkiler verirler. Hatta Türkiye’de terörle mücadele kapsamında alınan önlemler bile, çoğu kereler bu ülkeler nezdinde yoğun eleştirilere konu olabilmektedir.
Sömürü ve İşgal Sonrası Göçlere Karşı Gayrı İnsani Muameleler
Yunanistan’ın, göçmenlere yönelik önlemleri çok katı.
Geçenlerde Yunanistan tarafından ülkelerine alınmayarak, Ayakkabıları çıkarılmış, elbiseleri soyulmuş olarak, Yunan sınır birlikleri tarafından geri itilen 22 göçmenden 19’u Edirne sınırında donarak hayatını kaybetti.
Türk Dışişleri Bakanlığından konuya ilişkin şu açıklama yapıldı: Yunanistan'’ın uluslararası hukuku ve insan hakları normlarını ihlal ederek düzensiz göçmenleri geri itmesi pek çok masumun hayatına mal olmaya devam ediyor. Göçmenlerin yaşam hakkına kasteden bu gayrimeşru ve vicdansız yaklaşım Avrupa’nın utancı olarak hafızalara kazınıyor. AB, Yunanistan’ın düzensiz göçmenlere karşı bu zalim tutumuna sessiz kalmakta, girişimlerimizi yanıtsız bırakmaktadır. Uluslararası topluma çağrımız, tüm insani değerleri hiçe sayan Yunanistan’ın bu eylemlerinin araştırılması, insan hakları ihlallerine sessiz kalınmamasıdır”.
Medeni(!?!?!?) Batılı ülkelerden bu olaya ve Türkiye’nin talebine hiçbir tepki gelmedi.
Bu ilk de değil, muhtemelen son da olmayacak gibi görünüyor.
Önceki tarihlerde de, Yunanlı deniz güvenlik birimlerinin düzensiz göçmenlerin botlarını patlatarak onları ölüme terk ettikleri yönde çok sayıda hadiseler yaşandı.
Yine sözüm ona Medeniyetin üstadlarından(!?!?) tısss diye bir ses çıkmadı.
Dahası aslında bu göçlerin en büyük müsebbibi Batılı ülkeler.
Amerika, Suriye’yi işgal etti. Orada YPG vb. terör örgütlerini kurdu. Rusya ve Suriye rejimi ile mücadeleye girdi. Milyonlarca insan yurtlarını terk etmek zorunda kaldı.
Benzer uygulamalar, Irakta ve diğer bazı ülkelerde de yaşandı. İnsanlar, vahşice yurtlarından, evlerinden, barklarından mahrum edildiler.
Çaresizlik içindeki bu insanlar, işgalci güçlerce denizde ölüme terk ediliyorlar.
Yunanistan, sadece kendi sınırını korumak için bu vahşice ve canavarca uygulamaları yapmıyor. Arkasında bütün Batılı ülkeler var. Yani medeniyetin Kutsal temsilcileri(!?!?), bu uygulamaları, sonuna kadar destekliyorlar. Bu desteklemeyi, doğrudan olmasa da, tepkisel ses çıkarmayarak, içlerinden sevinç çığlıkları atarak gerçekleştiriyorlar.
Yunanistan göçmenleri kabul edip Batının iç bölgelerine geçişlerine izin verse, Batılı ülkelerin ağababalarından kıyamet tepkisi verilecektir. Yunanistan, bu tepkilerden çekinerek, göçmenlere, bütün Batılı ülkelerin temsilcisi pozisyonunda bu vahşi politikaları uyguluyor.
Türkiye’nin, darbeci FETÖ’cü teröristlerin geri iade edilmesi yönündeki taleplerine olumlu cevap vermeyerek, FETÖ’cülerin korunması için her çabayı sarf eden Batılı ülkeler, göçmenlere karşı çok acımasız davranıyor. Yani masum insanlara karşı acımasızca muamele ederken, suçlu teröristlere karşı ise tam şefkat gösteriyor.
O zaman yukarıdaki bazı soruları, daha somut olarak tekrarlamak isterim.
Batı Medeniyetinin temsilcileri Almanya, Fransa, ABD ve onların sınır karakolu Yunanistanlı yöneticileri nezdinde, göçmenler İNSAN mıdır, yoksa başka varlıklar mıdır?
Mesela kaplumbağalar mı yoksa göçmenler mi daha fazla korunmaya değerdir?
Maalesef Batılı ülkeler bazen bir kaplumbağanın yaşatılması için, göçmenlerin yaşatılmasından daha fazla çaba sarf ediyorlar.
Acımasızlığı Temeli
Peki, Batılı ülkeler, eli kanlı FETÖ’cü teröristler için çok müşfik oldukları halde, düzensiz göçmenlere karşı neden bu kadar acımasız?
Bu sorunun cevabı, Batı medeniyetinin özünde ve ruhunda mündemiçtir.
Batı medeniyetinin temeli menfaattir.
Menfaatini korumak için uyguladığı politikaların temelinde sosyal Darwinizm yatıyor.
Sosyal Darwinizm’e göre, “HAYAT BİR MÜCADELEDİR, BU MÜCADELEDE GÜÇLÜ OLAN YAŞAR, ZAYIF OLANLAR YOK OLMAYA MAHKÛMDURLAR”.
Bir söz var: “MENFAAT ÜZERİNE DÖNEN SİYASET CANAVARDIR”.
Hayatı mücadele olarak gören ve menfaati için feda etmeyeceği hiçbir değeri olmayan Batılı ülkeler, bir milyon düzensiz göçmen kendi politikaları neticesinde ölseler de umurlarında değildir. Çünkü onların yaşamasında Batılı ülkelerin menfaatleri yoktur.
Buolitikalar, karşımıza ÇİFT RUHLU bir Batı medeniyetini ortaya çıkarıyor.
Birincisinde, İnsan hakları şampiyonu bir BATI sahne alıyor. İnsan hakları ile alakalı literatürde dünyadaki akademik çalışmaların muhtemelen %80’i Batı menşe’lidir. Diğer ülkelerdeki akademik çalışmaların büyük ekseriyeti de Batı’da söylenenlerin tekrarı mahiyetindedir. Kısaca, İnsan hakları konusunda Melaike görünümlü bir Batı manzarası var.
İkincisinde, iki tür insan var; birincisi, insan hakların sahip olan kendi insanları, ikincisi, kendinden olmayan ve hayat mücadelesinde yok olması gereken insanlar. Batının bu ruhuyla şekillenen yüzünde insan hakları sadece kendinden olanların haklarına indirgenerek, bu teorinin tabiatı yok edilmiş olmaktadır. Artık Batı için önemli olan, menfaatidir. İnsan hakları, bu menfaati ile uyumlu olduğu ölçüde korunmaya değerdir.
Batının ikinci ruhu uluslararası politikalarda daha baskın olduğu için, Türkiye için emsal alınacak zerre kadar bir kısmı yoktur. Böyle olduğu için de, Türkiye’nin göçmenlere karşı politikaları vahşi Batılı uygulamalardan farklı olmaktadır.
Batılı ülkelerin, canavarca kimliği ile Türkiye’ye verebileceği hiçbir pozitif değeri yoktur. Bu ülkeler, Türkiye’nin insani politikalarını emsal aldığı ölçüde insanileşecektir. Ama salt menfaat temelli politikalara sıkı sıkıya sarıldığı ölçüde, Batılı ülkelerden insani politikalar beklemek, helikopterle Venüs gezegenine gitmeye çalışmaya benzer.
İnsanlık Türkiye’de ölmedi; çok canlı, ama Batı sınırından bir türlü içeriye alınmıyor. Ama zulüm devam etmez; “keser döner sap döner, gün gelir hesap döner” sözünde olduğu gibi, Batı’nın zulmânî politikaları da bir gün tersine dönecektir. Adaletin galip geldiği bir düzende, Batılı ülkeler ya adalete teslim olacaklar, ya da çok daha gerilere gideceklerdir.
Artık sahte, ikiyüzlü, münafıkâne insan hakları savunuculuğunun yerini, adalet temelli hakiki insan hakları savunuculuğunun alması, politikaların bu eksende gelişmesi zamanının gelmesini şiddetle arzu ediyoruz.