Türkiye’de Geçmiş Yıllarda İşkence Uygulamaları
Eskiden Türkiye’de sürekli işkence iddiaları dile getirilirdi.
Ülkemizde bu iddialarla en çok suçlananlar, polisler ve jandarmalardı.
12 Eylül döneminde bu iddiaları haklı çıkaracak çok sayıda işkence fiilleri yaşanmıştı.
12 Eylül sonrası dönemde sivil vatandaşlardan ruhsatsız silahların toplanması yoluna gidilmişti. Silahları teslim etmediği iddia edilen çoğu kişiler ağır işkenceye maruz kaldılar.
Hatay’ın Hassa İlçesinin Eğribucak köyünde (şimdi mahalle), köylülerden biri (şu an yaşamıyor) hakkında silahını teslim etmediği ihbarı yapılır. Jandarmalar bu köylü vatandaşı Hassa’ya götürerek yere yatırırlar ve ayaklarını havaya kaldırarak sopayla vurmaya başlarlar.
Vatandaş ne için bu işkenceye maruz kaldığını bilmediği için, kendisine işkence yaptıran karakol komutanına şu sözleri haykırarak söyler:
“Siz Fransız Gâvurundan daha betersiniz; onlar işkence yapmadan önce, suçumuzun ne olduğunu söylerlerdi; siz ise bana bu işkenceyi ne için yaptığınızı bile söylemiyorsunuz”.
Bunun üzerine, komutan sopayla işkence yapma işini bırakır ve kendisine;
“Sen silahını teslim etmemişsin, onun için sana bu işlemleri (işkence) yapıyoruz” der.
Köylü vatandaş:
“Gelin evimi ya da şüphelendiğiniz herhangi bir yeri arayın, şayet bana ait bir silah bulursanız, bana işkence yapmayı bırakarak, kurşuna dizin; darağacında sallandırın” der.
Sonra işkence faslı biter.
Bu uygulama, bu ilçede yaşanan yüzlerce işkenceden sadece biri. Bu köyün nüfusuna kayıtlı biri olarak, benim, bu dönemde bu köyde bildiğim ondan fazla işkence örneği var.
Bir ayrıntı daha. Bu köyde yaşayan 15 kişinin Hassa’daki Jandarma karakolunda işkenceye maruz kalmasına sebep olan ihbarları yapan kişinin yaptığı ihbarların asılsız olduğunun anlaşılması üzerinde, ihbarı yapan kişi de, çok daha ağır işkenceye maruz kaldı.
Bu ve benzeri işkence fiilleri, hukuk devleti ile çeliştiği için, ülkemizde haklı olarak ağır eleştirilere konu oldu. Bu eleştiriler, hem ülkemizde yaşayan ve hukuk devletini savunan kişilerden, hem de yabancı ülkelerden geldi. Yabancı ülkelerden gelen eleştiriler çok daha aşağılayıcı ve suçlayıcı mahiyette idi. Adeta Türkiye işkencelerle özdeşleştirilmişti.
Son yıllarda artık ülkemizde işkence iddiaları dillendirilmiyor.
Dillendirilmemesinin sebebi hakikaten artık işkencenin yapılmıyor olmasıdır.
Peki, ileri demokrasi denilen ABD’de durum nasıl? Bu soruyu cevaplamak için, önce son günlerde Türkiye’de Kavala ile ilgili yaşananlara sonra da Guatanamoya temas edeceğim.
Osman Kavala ve Guantanamo
Osman Kavala 17 Ekim 2017’de Gaziantep’te gözaltına alındı, 1 Kasım 2017 günü de tutuklanarak Silivri Cezaevi’ne gönderildi. Tutuklamaya iki gerekçe gösterildi:
(1) Gezi eylemlerinde hükümeti ortadan kaldırmaya teşebbüs etmek;
(2) 15 Temmuz darbe girişiminde anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etmek.
MHP Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli’nin “Soros’çu” ve AK Parti Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın “Soros artığı” ve “Soros’un Türkiye şubesi” dediği Kavala’nın, bu tarihten bu yana (dört yıldır) tutukluluk hali devam ediyor.
Kavala’nın tutukluluğunun dördüncü yılında ABD, Fransa, Almanya, Norveç, Hollanda, İsveç, Finlandiya, Danimarka, Kanada ve Yeni Zelanda büyükelçileri, Kavala’nın tutukluluğunun devam etmesini hedef alan ortak bir açıklama yaptılar. Ülkemizde yargıya açıkça müdahale mahiyetini haiz bu açıklamada şu ifadeler yer almıştır:
“Bugün, Osman Kavala’nın tutukluluğunun başlamasının 4. yıl dönümü. Daha önce verilen beraat kararının ardından farklı davaların birleştirilmesi ve yeni davaların açılması yoluyla davasında süregelen gecikmeler, demokrasiye, hukukun üstünlüğüne ve Türk yargı sisteminin şeffaflığına gölge düşürüyor. ...büyükelçilikler olarak birlikte, Türkiye’nin uluslararası yükümlülükleri ve iç hukukuyla uyumlu şekilde, bu davanın âdil ve hızlı biçimde sonuçlandırılması gerektiği kanısındayız. AİHM’nin bu husustaki kararları doğrultusunda Kavala’nın derhal serbest bırakılmasının sağlanması için Türkiye’ye çağrıda bulunuyoruz”.
Bildiriden sonra 10 ülkenin büyükelçileri Dışişleri Bakanlığı’na çağrıldı. “Türk yargısı kimseden emir almaz, kimsenin emrine de girmez” diyen Cumhurbaşkanı Erdoğan, bildiriyi yapan büyükelçilerin “istenmeyen adam ilan edilmesi” için Dışişleri Bakanlığına talimat verdiğini açıkladı.
Erdoğan’ın en üst perdeden yaptığı tepkisel açıklama üzerine, bildiriyi yayımlayan büyükelçiler geri adım atmak zorunda kaldılar.
Bu açıklamalar trafiği içinde, Alman siyasetçi Jürgen Todenhöfer, Kavala’nın serbest bırakılması için skandal bildiriyi yayımlayan büyükelçilere tepki göstererek şu açıklamayı yaptı: “Neden Birleşik Krallık’ta J. Assange’ın ya da ABD’nin Guantanamo mahkûmlarının hapsedilmesini protesto etmediler? Kahramanlar değil, ancak korkaklar böyle davranır”.
Burada, dosyanın münderecatı hakkında bilgim olmadığı için, Kavala’nın yargısal pozisyonu hakkında herhangi bir açıklama yapmayacağım. Ama, burada Kavala’nın durumu ile Guatenamo askeri cezaevinde yaşananlara, kıyaslama kabilinden yer vermek istiyorum. Bu kıyaslama yapılmaksızın yapılan açıklamayı değerlendirmek isabetli olmaz.
ABD’de Uzun Süreli Tutukluluk ve İşkence Devlet İçin Meşru Bir Hak mıdır?
ABD, 2002’den bu yana, başta Afganistan olmak üzere çeşitli ülkelerde ele geçirdiği El Kaide, Taliban vb. terör örgütü olduğunu iddia ettiği örgütlerle ilişkili ve iltisaklı olduğunu belirttiği kişileri Guatanamo’daki askerî hapishanede tutuyor.
Bu hapishanede toplananlara yönelik işkencelerin yapıldığı yönündeki iddialar geçmiş yıllarda bütün dünyada haber konusu oldu. Ama uygulamada herhangi bir değişiklik olmadı.
11 Eylül saldırılarından sonra George W. Bush yönetiminin, Guatanamo’da tutuklu olanlara yönelik uygulanan soruşturma yöntemlerinde işkence sınırları kapsamına girebilecek işlemlerin yapılmış olabileceği endişesi ile Kongre yürütmeye uyarılarda bulunmuştur.
İşkence iddialarının yaygınlaşmış olması sebebiyle, rahatsızlıklar meydana geldiği halde, Bush yönetimi bu uyarıları dikkate almayınca, Kongrede 2005’de işkenceyi her durumda yasaklayan bir kanun çıkarılır.
Başkan Bush, bu kanunu onaylamakla birlikte, kanundaki “işkence, kötü muamele vb. soruşturma yöntemlerine ilişkin yasakların, sadece Amerika sınırları içinde geçerli olduğunu, -Guatanamoyu kastederek- millî güvenlik gerekçesiyle bu yasakların ülke dışındaki uygulamalar için geçerli olmayacağını”, “imza beyanı” ile belirtti. Bir başka ifadeyle Bush, “imza beyanı” ile terörle mücadelede gerektiğinde, ülkenin güvenliği için tutuklulara işkence ve kötü muameleler yapılabileceğini beyan etmiş olmaktadır.
Guantanamo’daki tutukluların bir kısmı çocuk yaşta. En küçük tutuklu 13 (bu yaşta nasıl terörist olunuyorsa), en yaşlı tutuklu 70 yaşında idi.
El Kaide'ye üye olmak suçlamasıyla tutuklanan A.Z, Guatanamo ile ilgili hazırladığı “Amerika Nasıl İşkence Yapar” başlıklı raporunda, kendisine yapılan işkence yöntemlerini görsellerle resmetti. Bu işkencelerden bazıları şu şekildedir: “Kutuda hapsetme; basınçlı suyla işkence; vücudunu parmaklıklara kilitleyerek germe; kafası kutuya geçilmiş bir şekilde sandalyeye kelepçeleme; elleri kelepçeli şekilde duvara başını çarpma”.
2,5 yıl boyunca aşağılandığını ve cinsel tacize uğradığını söyleyen N.S, “en zalimce ve en zor olan kısmı, zihnî işkenceydi. Fizikî işkence zor, vahşice ve aşağılayıcıydı; ancak bitiyordu. Her sabah kalktığımda aklımı kaybetmediğim için mutlu oluyordum, amacım günü aklî dengemi yerinde bir şekilde bitirebilmekti. Bu, benim tek hedefimdi. Çevremde normal durumda olup da bir gece sonrasında aklını yitiren tutuklular görüyordum” dedi.
Guatanamo mağduru olan ve Karaçi’de taksi şoförü olarak çalışan A.R, Eylül 2002’de bir baskında yakalandı. A.R, ABD Merkezi İstihbarat Teşkilatı nezaretinde 550 gün gözaltında tutulduktan sonra 2004’de Guantanamo’ya nakledildi ve 17 yıl sonra (bu sürede tutuklu idi) tüm suçlamalardan aklanarak Guantanamo Körfezi’nden serbest bırakıldı.
Bir sivil toplum kuruluşu olan Reprieve’e göre, A.R’ye karşı açılan dava aslında yanlıştı. A.R, 2002’de H.G. adında aranan biri olarak tanımlandı ve Pakistan’da ABD personeline verildi. ABD’li kişiler kısa zamanda yanlış adamı yakaladıklarını anlasalar da, onu Afganistan’a götürdüler ve 550 gün boyunca işkence yaptılar. A.R’nin maruz kaldığı tacizler, ABD Senatosu işkence raporunda da belgelendi.
Kısa Bir Kıyaslama
Bütün bu hukuksuzlukları, gayrı insani, canavarca uygulamaları hala yapmaya devam eden ABD, ne hikmetse, “ileri/anayasal demokrasi” ve “hukuk devleti” olarak biliniyor.
Türkiye’de artık işkence mefhumunun varlığından söz edilemez. Ama Türkiye’de bazıları Kavala özelinde yargısal uygulamaları ABD’nin çok gerisinde göstermeye çabalıyor.
Demek ki bunlara göre, 15-17 yıl haksız yere tutukluluk, insanlara en ağır işkencelerin yapılması, hukuk devleti ve adalet anlayışları ile uyumlu, bunların yapılmaması uyumsuzdur.
ABD’de, yanlış kişi olduğu bilindiği halde, A.R’nin tutukluluğunun devam ettirilmesi, yargılamanın haksız bir şekilde sürdürülmesi, tutukluluğunun ve yargılamanın 17 yıl sonra aklanarak sonlandırılması, ABD adaletinin insani açıdan resmini gösteriyor. Yaşanan bütün bu vahşiliklere rağmen, ABD hakkında hiçbir şekilde ciddi eleştirel sözlerin söylenmemesi ya da yasak savma kabilinden sözlerin söylenmesi, kısaca şu şekilde değerlendirilebilir:
Güvenliğin sağlanması bahanesiyle işkence ve kötü muamelenin yapılması, bile bile yanlış kişinin yargılanması, masumluğu bilinen bir kişinin 17 yıl tutuklu olarak tutulması, insan hakları, hukuk devleti, hürriyet, eşitlik, demokrasi şampiyonu ABD için meşru hak olarak görülmekte, Kavala’nın kısmen uzun görülebilecek tutukluluk hali, Guatanamo’da yaşananlardan çok kısa olduğu halde, acımasızca eleştirilmekte ve aşağılanmaktadır.
Bunların, mantığın ters yüz edilmesinden başka bir şey olmadığını belirtmek isterim. Bu mantık tersliğinin ve Amerika için işkence ve kötü muamelenin bir hak olarak görülmesi şeklindeki insani değerlerin ters yüz edilmesinin gerisinde, “güçlü isen haklısın”, “hayat bir mücadeleden ibarettir, bu mücadelede sadece güçlüler yaşarlar ve haklıdırlar, zayıfların yaşamaya hakları yoktur” şeklindeki “sosyal Darwinist” felsefe yer almaktadır.
Bu felsefenin belirleyici olduğu politikaların, modern insan hakları teorisi yazarlarının teorisini yaptıkları insan hakları telakkisi ile uyumluluğu yoktur. Çünkü, modern insan hakları teorisine göre, insan haklarına sahip olmanın tek şartı insan olmaktır. Irkı, rengi, milliyeti ne olursa olsun, zengin-fakir, güçlü-güçsüz ayrımı yapılmaksızın herkes, insan haklarına eşit olarak sahiptirler. Sadece güçlüyü koruyan ve güçlüyü haklı gören Sosyal Darwinist politika ve uygulamaların, insan hakları, hukuk devleti, adalet ilkeleri ile uyumluluğu yoktur.
Türkiye’deki, “sosyal Darwinist” temelli değil, sosyal yardımlaşma ve sosyal devlet temelli olan, güçlüyü mutlak olarak koruyan değil, haklıyı koruyan uygulamalar, insan hakları ve hukuk devleti ile çok daha uyumludur.
Artık ülkemizde, Amerika’dakine benzer şekilde işkenceler yapılmıyor. Her ne kadar, ülkemizde, yargılama faaliyetlerinde bazı aksamalar olsa da, hiçbir zaman işkence ve kötü muameleye izin verilmediği, yanlış kişiler, yanlışlığı bilindiği halde 17 yıl süreyle tutuklu kalmadığı için, bu uygulamaları, Amerika’daki vahşetten daha aşağı gösterme bahtsızlığının sergilenmesi, hakikat ölçütünde kabul edilemez bir durumdur.
Guatanamo vahşeti ile alakalı bir başka tuhaflık ve çarpıklık da şudur.
Guatanamo’da işkenceye ve uzun süreli tutuklama ve yargılamalara maruz kalanların bir kısmı, bir zamanlar “terör örgütü” ilan edilen “Taliban” üyesi olmakla suçlanmakta idi.
Sözüm ona 20 yıl Taliban’ın kendisi ile savaştığını söyleyen Amerika, bu örgütün “terörist” kimliğini bir çırpıda silerek onunla oturdu, müzakereler yaptı ve Afganistan’daki yönetimi, daha önce terör örgütü olarak ilan ettiği Taliban’a teslim etti.
Peki, ne değişti de, bu örgüt Amerika tarafından bir anda terörist olmaktan çıkarıldı?
Bu sorunun cevabının temelinde, “salt menfaat üzerine işleyen canavarca siyaset” yer almaktadır. Yani Amerika, bir zamanlar “menfaatlerinin korunması” için “terörist” olduğunu söylediği Taliban’ı, şartların değişmesine bağlı olarak, “menfaatinin korunması” için terörist olmaktan çıkardı; onunla ilişki kurdu.
İnsan hakları ve hukuk devleti bağlamında bu kadar ölçüsüzlük, muvazenesizlik ve çarpıklık, Türkiye’de değil, olsa olsa, insan hakları istismarcısı Amerika’da yaşanabilir. Artık Amerika’nın gayrı insani, işkenceci yüzünün bütün çıplaklığı ile görülmesi gerekiyor.