Derme çatma, hatta kaçak kurulmuş bir devletin dünya’ya böylesine meydan okumasını, daha da ötesi zevk alırcasına insan öldürmesini; İsrail’in kurduğu çadır devleti koruma, yaygınlaştırma isteğine bağlamak açık bir yanılgıdır. Yanılgı değilse, bilmemektir.
İsrail’in çılgınca ürettiği terörün kaynağı sapkın inancından kaynaklanıyor.
İsrail, ne kadar çok insan öldürürse, kıyamet gününü erkene alabileceğine inanıyor.
İsrail’in kıyamet düşüncesine göre;
1) İsrail’in düşmanları yenilecek
2) Babil’deki sinagoglar yeniden yapılacak.
3) İsrail toprakları bitkilerle sarılacak.
4) Sürgündeki Yahudiler tekrar toplanacak.
5) Süleyman Tapınağı Kudüs’te tekrar inşa edilecek.
6) Mesih tüm Yahudileri vaat edilmiş topraklarda toplayacak.
Yahudiler yukarıda sayılan gerekçeleri bir an önce sağlamak için terör ürettiklerini özellikle din adamları vasıtasıyla satır aralarına saklasalar da ilan etmekten çekinmiyorlar.
Yani; Bir çok insanın sandığı gibi İsrail terörünün tek nedeni topraklar değil. Toprakların üzerine gelmesini bekledikleri kıyamet…
Yahudi şeriatına inananlar –ki ezici bir bölümü- İsrail'de en çok Gargat ağacı dikiyorlar.
Yahudilerin İsrail’in her yerine Gargat ağacı dikmelerinin çok ilginç bir gerekçesi var;
Kaynaklarda kıyamet alametleri sıralanırken, fitnenin artması, Yahudilerin Müslümanlara yönelik taşkınlık ve zulmü inanılmaz boyutlara varınca, sabır sınırı taşıp artık bu zulme bir dur demek isteyen Müslümanların kendilerini bulup cezalandırmasından çekinen Yahudilerin bulabildikleri her yere kaçıp saklanacağından söz ediliyor...
Gargat ağacı’nın Hadis-i Şerif'e, yani İslam peygamberine dayanan temeli var;
Şöyle diyor peygamberimiz;
“Öyle ki Yahudiler taşların ve ağaçların arkasına saklanacak ama ağaç ve taş dile gelerek 'Ya Müslim! Ey Allah (c.c.) kulu! Gel, bak benim arkamda Yahudi var, buraya gizlendi, benim arkamda, gel onu cezalandır.' diyecek...
Sadece 'gargat' ağacı bunu söylemeyecek çünkü o Yahudi ağacıdır.”(Kitab-ul Fiten H. 2239)
Tam bu noktada Yahudilerin akıl almaz bir kurnazlığını sezmemek mümkün değil.
Yahudiler hem Kuran’a ve tabi İslam peygamberi Hz. Muhammed’e inanmadıklarını söylüyorlar, hem de Hz. Muhammed’in sözlerini referans alıyorlar.
İnsan hiç değilse sahip olduğu, inandığı dinde samimi olur, değil mi?
Hayır, Yahudi şeriatına inananlar da bu temel özellik dahi yok.
Yahudiler şunu düşünüyorlar;
“Ya Hz. Muhammed haklıysa?”
İnsanın en mahrem, en kutsal inanç dünyasında bile sahtekarlık güdüsüyle davranan İsrail’in anlamakta zorlanmayacağı tek dil, kendi diline göre verilen cevaptır.
İsrail’in gemimize saldırarak Türkleri kurşuna dizdikleri kesinleştikten sonra yapılması gereken en akılcı hamle Türk gemilerinin Gölcük Limanı’ndan İsrail’e doğru hareket etmesi olmalıydı.
Madem o kadar kıyamet istiyorlar, kıyamete biraz da bizim katkımız olmalıydı.
Ama İsrail güçlü…
Ama Yahudi lobisi…
Ama Amerika…
Ama dengeler…
Bunların hepsinin reel karşılığı var ama…
Özgürlüğün bir damlası bile tüm ‘ama’lardan daha güçlüdür.
Bazen ölümden bile…
Gargat Ağacı...
Vazgeçmiyor!
27 Mayıs 2010 tarihli Taraf Gazetesi’nde Rasim Ozan Kütahyalı, Ertuğrul Özkök’le yaptığı telefon konuşmasını köşesine aktarmış. Şöyle yazıyor Kütahyalı;
Özkök’e Hürriyet’in salı günkü yalan manşetini hatırlattım... “Emniyet ‘Kasettekilerin kimliği tesbit edilememiştir’ diyor ama sizinkiler Baykal ve Baytok’un kimliği tesbit edilmiş de, diğer başka kısımlar montajdır diye yazmışlar. Baykal tepkisinde haklı” dedim... Bunun üstüne Özkök “2 ocaktan beri yazıişlerine adımımı atmıyorum. Ben nehrin kenarındayım, Deniz Bey’e de buyurun nehrin kenarına her zaman beklerim, sizin için en iyi şarabımı açarım dedim, bu kriminal rapor konusunda da haklı Deniz Bey, orada bir karışıklık olmuş herhalde” diye cevap verdi...
Özkök’ün sözleri ne kadar ilginç değil mi? Yine nehir kenarında beklemekten dem vuruyor. Çok açık olarak, “Beklemesini bilirsem; Enis Berberoğlu hareketsiz olarak nehirde önümden geçecek” diyor. Başka kritik bir görüşünü de açık ediyor Özkök… Kriminal rapor konusunda Enis Berberoğlu’nun attığı manşetin yanlış olduğunu da söylüyor Kütahyalı’ya… Karışıklık ifadesinin içine saklayarak…
Daha da ötesi; Yayın yönetmeni iken yaptığı gibi Aydın Doğan’ın sözcülüğü görevinden de vazgeçmiyor Özkök… Makam odası ve arabasından vazgeçmediği gibi…
Heyecanlı gidiyor, izlemeye devam!