E-posta :
  Şifre :
    ► Üye olmak istiyorum
    ► Şifremi Unuttum

Adnan Küçük

İSTANBUL SÖZLEŞMESİ: AİLE VE KADINLAR KORUNUYOR MU TAHRİP Mİ EDİLİYOR?
18 Mayıs 2020 Pazartesi

 

 

Türkiye’de ara ara İstanbul Sözleşmesine yönelik tartışmalar yaşanıyor. Ülkemizde özellikle muhafazakâr kesim, çıkarılan kanunların ve uluslar arası sözleşmelerin çok büyük ekseriyetinden haberdar bile olmuyor. Özellikle başta LGBTİ+ ve feminist gruplar olmak üzere çoğu marjinal olan gruplar, bu tür gelişmeleri saniyesi saniyesine izlerler ve bunların kendi lehlerine çıkarılması için bütün çabalarını sarf ederler ve birçoğunda da başarılı olurlar. Muhafazakâr kesimler ise çoğu kereler çıkarılan kanun ya da uluslar arası sözleşmeler ancak uygulamaya konduğunda ve kendilerini acıttığında tepki verirler.

Bu kabilden düzenlemelerden biri de İstanbul Sözleşmesidir.

Dünya genelinde ve Türkiye’de, hem genel, hem de kadına yönelik şiddetin artış seyri izlediği görülmektedir. Türkiye’de, genel şiddet eylemleri içerisinde yer alan ve yıllar geçtikçe artış gösteren kadınlara yönelik şiddet fiilleri oldukça kamuoyunu meşgul etmekte, aileler de bu şiddetten değişen ölçülerde etkilenmektedir.

Bazı şiddet eylemleri vahşice ölümlerle sonuçlanmakta, bazı şiddet eylemleri sonunda aileler dağılmakta, bazı kereler, ailelerin dağılması neticesinde şiddet olayları yaşanmaktadır. Devlet şiddet eylemlerinin önlenmesi maksadıyla çeşitli önlemler almaya çalışmaktadır. Bu önlemlerin alınmasında, hükümetin elindeki malzemelerden birisi de İstanbul Sözleşmesidir.

CEDAW ve İstanbul Sözleşmelerinin Kabulü

Türkiye’de kadına yönelik ayrımcılık ve şiddetin önlenmesi maksadıyla önce 1979 yılında BM Genel Kurulunda “BM. Kadınlara Karşı Tüm Ayrımcılıkların Önlenmesine İlişkin Sözleşme (CEDAW)” kabul edildi. Bu sözleşme, 03.09.1981 tarihinde yürürlüğe girdi. Türkiye bu Sözleşmeyi, 11.6.1985 tarih ve 3232 Sayılı Kanunla uygun buldu.

Kadına yönelik şiddetin önlenmesi amacıyla kabul edilen ikinci Uluslar arası belge İstanbul Sözleşmesidir. “Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi” şeklinde de anılan İstanbul Sözleşmesi, Avrupa Konseyi tarafından 11.05.2011 günü İstanbul’da imzalandı. Türkiye, Sözleşmeye imzacı ülke sıfatıyla katıldı. TBMM 14.03.2012’de İstanbul Sözleşmesi’nin onaylanmasını uygun buldu. Bu Sözleşme, 01.08.2014 günü yürürlüğe girdi.

İstanbul Sözleşmesi, Avrupa Konseyi’ne üye 47 ülkeden 34’ü tarafından onaylandı. Türkiye ile birlikte çok az sayıdaki ülke bu Sözleşmeyi çekince koymaksızın onayladı. Diğer ülkelerin birçoğu, Sözleşmeyi, bazı hükümlere çekince, itiraz ya da şerhler koyarak imzaladı.

Avrupa Konseyi üyesi Ermenistan, Bulgaristan, Çek Cumhuriyeti, Letonya, Litvanya, Lihtenştayn, Moldova, Slovakya, Ukrayna ve İngiltere’de bu sözleşme imzalandığı halde henüz onaylanmadı. Rusya ve Azerbaycan’da bu sözleşme hiç imzalanmadı.

İstanbul Sözleşmesindeki Tepkilere Sebep Olan Bazı Hükümler

Bu Sözleşmeye özelliğini veren en önemli hükümlerden biri, 3. maddedeki hükümdür. Buna göre, “toplumsal cinsiyet, kadınlar ve erkekler için toplum tarafından uygun görülen ve sosyal olarak inşa edilen roller, davranışlar, eylemler ve nitelikler anlamına gelir”.

Sözleşmenin 4/3. bendine göre, Sözleşmeye taraf ülkeler, bu Sözleşme hükümlerinin, özellikle de mağdurların haklarını korumaya yönelik tedbirlerin, cinsiyet, toplumsal cinsiyet, ırk, renk, dil, din, siyasi veya başka tür görüş, millî veya sosyal köken, bir millî azınlıkla bağlantılı olma, mülk, doğum, cinsel yönelim, toplumsal cinsiyet kimliği, sağlık durumu, engellilik, medeni hal, göçmen veya mülteci statüsü veya başka bir statü gibi, herhangi bir temele dayalı olarak ayrımcılık yapılmaksızın uygulanmasını temin edeceklerdir.

12/1. maddeye göre “taraflar, …kadın ve erkekler için toplumsal olarak alışılagelmiş rollerin bulunduğu düşüncesine dayanan ön yargıları, örf ve adetleri, gelenekleri ve her türlü farklı uygulamaları ortadan kaldırmak amacıyla kadınlar ve erkeklere ilişkin sosyal ve kültürel davranış kalıplarının değişimini sağlamak için gerekli tedbirleri alacaklardır”.

12/5. maddeye göre “taraflar, kültür, töre, din, gelenek veya sözde “namus” gibi kavramların bu Sözleşme kapsamındaki herhangi bir şiddet eylemine gerekçe olarak kullanılmamasını temin edeceklerdir”.

Sözleşmenin 3/a bendine göre, “kadına karşı şiddet, bir insan hakları ihlali ve kadınlara yönelik ayrımcılığın bir şekli olarak anlaşılmaktadır ve ister kamusal, ister özel alanda meydana gelsin, kadınlara fizikî, cinsel, psikolojik veya ekonomik zarar veya ıstırap veren veya verebilecek olan toplumsal cinsiyete dayalı her türlü eylem ve bu eylemlerle tehdit etme, zorlama veya keyfi olarak hürriyetten mahrum bırakma anlamına gelir”.

“Aile içi şiddet” kavramının kapsamına, mevcut ya da geçmişte bir arada yaşayan resmî nikâhlı eş ya da nikâhlı olmayarak bir arada yaşayan partnerler dâhildir. Partner kavramının kapsamına, Sözleşmenin bütünlüğü içerisinde eşcinsel birliktelik içerisinde bir arada yaşayanlar da dâhil edilebilmektedir.

Bu Hükümlerden Şu Neticeler Çıkarılabilir:

1- Esasen hemen hemen her toplumda, dinî, kültürel, ahlakî, teamülî vb. olarak kadın ve erkeklere belirli roller verilmiştir. Sözleşmede, bu kapsamda yer alan yerleşik tüm uygulamaların ortadan kaldırılmasından bahsediliyor. Burada, kısaca, dinî, kültürel, ahlakî, teamülî vb. kadın ve erkeklere ilişkin roller toptan reddedilirken, bunların yerlerine konması hedeflenen yeni davranış kalıplarının, cinsel yönelim de dâhil olmak üzere tamamen seküler bir şekilde belirlenmesinin önü aralanmaktadır. Burada, kadın ve erkeklere ilişkin olarak tanımlanacak yeni rollerle, seküler, feminist ve LGBTİ+ gruplarının benimsediği eğilimlerle uyumlu bambaşka yeni bir toplumsal inşa süreci oluşturulmak isteniyor. Bu yeni rollerle, eşcinsel evliliklere kadar varabilen kadın ve erkeklere verilen alışılagelmiş rollerin değiştirilmesinin amaçlandığı görülüyor.

2- Sözleşmede şiddet ve türlerine ilişkin tanımlama, hem çok geniş, hem de tamamen belirsizdir. Sözleşmede şiddet, “kadınlara fizikî, cinsel, psikolojik veya ekonomik zarar veya ıstırap veren veya verebilecek olan toplumsal cinsiyete dayalı her türlü fiil ve bu fiillerle tehdit etme, zorlama veya keyfi olarak hürriyetinden mahrum bırakma” olarak tanımlanıyor. Bu tanımlama esas alındığında, kadına yönelik yapılabilecek hemen her türlü hareket, şiddet sayılabilir, bu sepele muhataba ceza verilebilir. Bu şiddet tanımı üzerinden oluşturulan kanunî hükümler ve önlemler istismar edilebilir, bunun neticesinde büyük mağduriyetler yaşanabilir.

Mesela bu muğlâklık kapsamında, geleneksel olarak aile büyüğü kabul edilen bir anne ya da babanın, diğer bir aile üyesine, dinî, ahlakî, teamülî veya kültürel değerler üzerinden herhangi bir şekilde telkin ya da uyarıda bulunması, çok rahatlıkla psikolojik ya da cinsel şiddet olarak değerlendirilebilir. Benzer şekilde, aile içinde yaşanabilecek hemen her türden tartışmalar, çok rahatlıkla şiddet kapsamına girdirilebilir. Bazı somut örnekler vereceğim:

Ülkemizde bir bayan eş, kocasına “bana bir otomobil al” dediği zaman, kocası, “benim şu anda yeterli param yoktur” dediğinde, eşine bir ekonomik şiddet uygulamış olacak mıdır?

Kocası, “hanım akşam kuru fasulye ile tavuklu pilav isterim, geldiğimde hazır olsun” dese. Eşi de ona “bugün zıkkımın kökünü ye, yemek falan yok, başının çaresine bak” dese. Kocası “hanım bugün çok yorgunum, canım çekti, istediklerimi yap” dese. Karısı, “sen bana nasıl psikolojik baskı yaparsın” dediğinde, psikolojik şiddetin şartları gerçekleşmiş olur mu?

Ülkemizde teamüli olarak genellikle ütüleri hanımlar yapar. Çocukların bakımı anneye havale edilmiştir. Koca, karısından çocuğu emzirmesini, altını değiştirmesini, elbiselerini ütülemesini talep etse, ne olacaktır; psikolojik şiddet oluşacak mıdır?

Bütün bunlar, hayali değil, fiilen yaygın olarak yaşanan örneklerdir. Bu örnekler, suiistimale açıktır. Nitekim ülkemizde de sayısını bilemediğimiz kadar örnekleri var. Elbette, vicdani olarak hiçbir kişinin, eşine ya da partnerine zarar vermesi istenmez. Ama bu alanın bu kadar belirsiz ve suiistimale açık düzenlenmiş olması çoğu ülkelerdeki toplumsal gerçeklikler ile uyumlu değildir.

3- Esasen hemen hemen bütün ülkelerde kadına yönelik şiddetin türleri çok değişiktir. Onlarca türünden söz edilebilir. Oysa bu Sözleşmede, kadına yönelik şiddetin yapısal özellikleri, sadece “toplumsal cinsiyet” türü üzerinden açıklanmıştır. Bu düzenleme ile aile içi şiddetin önlenmesi tamamen “toplumsal cinsiyet eşitliği”ni sağlamaya yöneliktir.

Oysa şiddetin temeli sadece bu değildir. Aile içi şiddete kaynaklık oluşturan daha başka bir sürü olgu vardır. Sözleşmede, şiddetin diğer tür nedenleri görmezden gelinmektedir.

Bunlara birkaç misal vermek gerekirse. Mesela gerek ülkemizde, gerekse diğer ülkelerde olsun, aile içi şiddetin en önemli sebeplerinden biri alkoldür. Buna uyuşturucu ya da hem alkolün hem de uyuşturucunun birlikte kullanımı da eklenebilir. Yoksulluk sebebiyle yaşanan psikolojik sorunlar, bazı kereler şiddetin kaynağı olabilmektedir. Bunların sayısı çoğaltılabilir. Bütün bu sayılanlarla şiddet arasındaki ilişki hiç ön plana çıkartılmıyor.

4- Sözleşme ile gönüllülük esasına dayalı, üçüncü kişilere zarar vermediği müddetçe, sınırsız bir nefsanî hürriyet öngörülüyor. Burada Hıristiyanlık temelli bir kültür de yoktur. Tamamen seküler, her türlü dinî inancı öteleyen, feminizmî de aşan, LGBTİ+ eğiliminde bir hayat tarzına teminat sağlanmaya çalışılıyor.

Burada, taraf devletlere, “kadınlar ve erkekler için toplumsal olarak alışılagelmiş rollerin bulunduğu düşüncesine dayanan ön yargıları, örf ve adetleri, gelenekleri ve her türlü farklı uygulamaları ortadan kaldırmak amacıyla kadınlar ve erkeklere ilişkin sosyal ve kültürel davranış kalıplarının değişimini sağlamak için gerekli tedbirleri alır” hükmü ile, tamamen seküler, inancı öteleyen, LGBTİ+ eğiliminde bir hayat tarzının toplumda hâkim kılınması için, önlemler alma, uygulamalar yapma ödevi yüklenmektedir. Burada, taraf devletlerde, muhafazakâr partilerin kendilerine mahsus ve de Sözleşme ile çelişen politikaları iktidara geldikleri zaman uygulayabilme yolu kesilmiş olmaktadır.

Bunun neticesinde, devleti yönetme konumunda olan iktidarlar, dinî, teamülî, kültürel, ahlakî vb. değerlere karşı mücadele etme pozisyonuna getirilmektedir. Kısaca, devlete, lezbiyenliği, eşcinselliği, homoseksüelliği vb. LGBTİ+ gruplarının felsefesini hayata aktarıcı rol ve ödevler yüklenmiş olmaktadır. Bu zeminde, bir parti, iktidara geldiğinde, liberteryen, LGBTİ+ grupları tarafından savunulan politikaları uygulamaya koyabilir. Ama, bunları icra etme ödevinin devlete yüklenmiş olması sebebiyle, liberteryen, LGBTİ+ grupları tarafından savunulan politikalar, onu benimsemeyen partiler için de bir yükümlülük haline getirilmiştir. Bunun manası, LGBTİ+ fikirlerinin ve politikalarının bir resmi ideoloji haline getirilmesidir.

Bu düşünceler ve uygulamalar, haliyle, muhafazakâr düşünce sahibi olan bütün kesimlerin tepkisine sebep olmaktadır. Bu sebepledir ki, İstanbul Sözleşmesi, hem Türkiye’de, hem de Avrupa Konseyi üyesi pek çok ülkede, muhafazakâr, hatta bazı yönlerden muhafazakâr eğilimleri olan liberal çevrelerde de geniş ve yoğun tepkilerle karşılaşmıştır.

1982 Anayasası ile İstanbul Sözleşmesi İlişkisi

1982 Anayasasına göre, herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir. Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür. Bu maksatla alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı olarak yorumlanamaz. Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz. Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun hareket etmek zorundadır. Bu hükümlerle, kadınlarla erkekler arasındaki “hukukî eşitliğin” anayasal temeli oluşturulmuş olmaktadır.

Anayasaya göre, aile, Türk toplumunun temelidir ve eşler arasında eşitliğe dayanır. Devlet, ailenin huzur ve refahı ile özellikle ana ve çocukların korunmasını sağlamak için gerekli tedbirleri alır, teşkilatı kurar (md. 41). Anayasanın bu hükmünde aile, sadece karı, koca ve çocukları kapsamaktadır.

Burada da Anayasa ile ailenin korunmasına yönelik devlete ödevler yüklenmektedir.

Devlet, gerek kadın erkek eşitliğinin sağlanması, gerekse ailenin korunması, aile içi ve kadına yönelik şiddetin önlenmesi maksadıyla çeşitli uluslar arası sözleşmeleri onaylayarak yürürlüğe girdirdi ve bunlarda yer alan bazı hükümleri iç hukuka yansıttı.

İstanbul Sözleşmesi ile Anayasanın devlete yüklediği yükümlülük bütünlük içerisinde değerlendirildiğinde, devlete, geleneksel aile yapısı yıkılarak, karı kocadan oluşan aile ilişkisi yerine, eşcinsel evlilikleri de ihtiva edecek şekilde, partner ifadesi kullanılarak, tamamen yeni, seküler, her türlü yerleşik aile yapısını yıkıcı yönde yepyeni bir aile ilişkisi öngörülmektedir.

Bazı Avrupa Konseyi Ülkelerinde Sözleşmeye Verilen Tepkiler

Sözleşmeye çekince, itiraz, şerh hükmü koyan ya da hiç onaylamayan ülkelerle bu sözleşmeye karşı çıkanlar, genellikle, dinî, ahlakî, kültürel ve toplumsal yapıların korunması ve toplumsal cinsiyet, cinsel yönelim ve partner (nikâhsız birlikte yaşayan bireyler) yaşamı gibi konuların, mevcut geleneksel yapıyı tahrip edeceği gibi düşüncelere dayanmaktadırlar.

İstanbul Sözleşmesi, AİHM ve BM içtihatları ölçüt kabul edilerek hazırlanmıştır. Bu durum İstanbul Sözleşmesinin Dibaçesinde açıkça belirtilmiştir. Ayrıca AİHM’nin muhtelif kararlarında da belirtildiği üzere, AİHM içtihatlarının içeriğinin belirlenmesinde, Avrupa’daki bir kısmı uç denebilecek kültürel değerlerin birinci derecede etkili olduğu görülmektedir. Bu aşırıya kaçan kültürel değerlerden etkilenmeler, en bariz şekilde bu Sözleşmede de mevcuttur. Nitekim bu etkilenmelerden rahatsız olan Rusya, Macaristan, Ermenistan gibi bazı ülkeler, bu Sözleşmeyi iç hukuklarına dâhil etmemişlerdir.

İstanbul Sözleşmesi, Macaristan’da hükümet tarafından 2014 yılında imzalandığı halde, parlamentoda onaylanmadığı için yürürlüğe girmemişti. Hıristiyan Demokratik Halk Partisi milletvekilleri tarafından, İstanbul Sözleşmesi'nin “onaylanmaması” yönünde getirdiği öneri, 05.05.2020 Salı günü parlamentoda kabul edildi. Bu öneride, İstanbul Sözleşmesinin Anayasa’ndaki “evlilik kurumunun korunması” ilkesine aykırı hükümler içerdiği, göçmenlere cinsiyet üzerinden iltica hakkı sağlandığı öne sürülüyor.

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin de, Rusya’da kendisi devlet başkanı olarak görev yaptığı sürece, İstanbul Sözleşmesi hükümleri kapsamında savunulan eşcinsel ailelerin yasallaşmayacağını belirterek, “Bizde sadece anne ve baba olacak” dedi. Putin ayrıca eşcinsel evliliklerin Anayasal hükümlerle de yasaklanması önerisinde bulundu.

Ermenistan’da da geniş bir kesim, İstanbul Sözleşmesinin, “aileyi bozduğu”, “BM’in dayatması olduğu” gibi gerekçelerle asla onaylanmaması gerektiğini söylüyor. Bu kesimler, “ailesiz toplumun” hukuki altyapısının hazırlandığını, sözleşmede aile kelimesine değil “partner” kelimesine yer verildiğini, bunun LGBT bireylerin “normalleştirilmesi” için yapıldığını, bu durumun, Ermenistan Anayasası ile çelişeceğini, “kutsal aile” kavramına derinden inananların bu “eşcinsel propagandasından” kurtulması gerektiğini söylüyorlar ve Ana Taht Eçmiadzin Hükümeti’nden bu Sözleşmeyi yürürlüğe koymamasını istiyorlar.

Sözleşmeye karşı çıkanlara göre, bu sözleşmenin geleneksel aile yapısının geleceğine yönelik oluşturduğu en dehşetli tehlikenin sebebini “cinsel yönelim ve cinsel kimlik” kavramları teşkil etmektedir. Ayrıca Sözleşmede yer alan “karı koca” yanında “partner” kelimesinin de kullanılmış olmasıyla, LGBTİ örgütleri tarafından savunulan, başta eşcinsel evlilikler olmak üzere, resmî nikahlı olan ya da olmayan her türlü birliktelikler Sözleşme kapsamına dâhil edilmektedir. Hatta eşcinsel evliliklerinin hukukî bir hak olarak düzenlenmesinin de meşruiyeti bu şekilde sağlanmış olmaktadır.

Genel Değerlendirme

(1) Bu Sözleşme ile muhafazakâr bir partinin iktidara geldiği zaman aile konusunda kendi politikalarını uygulayabilme yolu tamamen kapatılmış olmaktadır.

(2) LGBTİ+ eğiliminde olanların benimsedikleri hayat tarzı ile çelişen her türlü dini ya da siyasî düşüncenin ifadesinin, “kin ve nefret” söylemi kapsamına girdirilmesi ihtimalinin önü aralanmış olmaktadır. Her ne kadar, bu yöndeki bir yorum bazılarınca “zorlama” olarak değerlendirilecek olsa da, DİB Ali Erbaş’ın Hutbede söylediklerinin bir benzerinin gelecekte değişik mahfillerde söylenmesi sebebiyle de adlî soruşturmaların açılması, suç duyurularının yapılması uygulamalarına daha sıklıkla rastlanabilecektir.

DİB Erbaş’ın “cinsiyet seçiminin kişisel bir özgürlük alanı gibi gösterilmesinin İlahî iradeyi yok saymak, haddi aşmak ve kulluktan sapmak olduğu” yönündeki açıklaması sebebiyle Ankara Barosu ve İHD suç duyurusunda bulunmuştu. Sözleşmedeki “cinsel tercih ya da yönelimi” teminat altına alan hüküm, bu suç duyuruları için dayanak teşkil etmektedir.

(3) Sözleşmede, doğrudan geleneksel aile yapısının yok edilmesini amaçlayan yıkıcı bir düzenleme söz konusudur. Bu düzenlemeyi en vahim kılan, siyasî iktidara bu yönde yükümlülüğün yüklenmiş olmasıdır.

(4) Yeni aile yapısı içerisinde, aile bireylerini birbirine bağlayan manevî, ahlakî, kültürel, teamüli bütün bağların yok edilmesi amaçlandığı için, artık nikâh dışı birlikte yaşamak ile nikâhlı birlikte yaşamak arasında hiçbir fark kalmayacaktır. Bunun neticesi ise ailenin yok olmasıdır. Yani, bu sözleşme ile Anayasanın 41. maddesinde devlete yüklenen ödevin aksi yönde ödevler yüklenmiş, Sözleşme ile 41. madde işlevsizleştirilmiş olmaktadır.

Türkiye’de Sözleşmenin Lağvedilmesi ya da Revize Edilmesi Yönündeki Talepler

Türkiye’de muhafazakâr kesimlerde, bu Sözleşmenin lağvedilmesi yönünde yoğun çabalar mevcuttur. Çok sayıda STK, bu Sözleşmenin lağvedilmesi konusunda raporlar yayımlıyorlar. Bu şekilde, Sözleşmenin lağvedilmesi konusunda önemli ölçüde kamuoyunun oluşmasına katkının sağlanması amaçlanmaktadır.

Bu yoğun tartışma ve çabalar Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ı açıklama yapmaya sevk etmiştir. Erdoğan, 19.02.2020 günü yaptığı açıklamada kadına yönelik şiddetin önlenmesini öngören İstanbul Sözleşmesi’nin yeniden gözden geçirileceğini söyledi. 

Hükümetin, Avrupa Konseyi ve AB ile olan ilişkileri kapsamında, bu Sözleşmeyi lağvedip edemeyeceği, siyasi bir mesele. Ama iktidardan bu yönde talepte bulunanların da hükümete yönelik, somut, içeriği dolu, hükümetin elini güçlendirici önerilerde bulunmaları gerekir. Sadece “hükümet İstanbul Sözleşmesini lağvetsin” demenin reel bir karşılığı yoktur.

Şiddet eylemlerinin bu kadar kamuoyunu meşgul ettiği bir ortamda, hükümetin elindeki bir silahı derhal bırakmasını söylemek, mantıklı ve makul görünmüyor.

Muhafazakâr çevreler de, LGBTİ+ çevrelerin bu yönde sarf ettikleri gayretlerin onda birini sarf ederek hükümetin elini güçlendirici somut önerileri sunsalar, daha etkili olurlar. Yoksa,daha çok tepkiler verilir, raporlar sunulur, açıklamalar yapılır, ama bu şiddet ortamında hükümet, kolay kolay, bu Sözleşmeyi lağvetmeyi ya da düzeltmeyi gündemine almayabilir.

Ya da hükümetin, bu konuyu gündemine alıp, üzerinde çalışması sağlanabilirse, işte o zaman Sözleşmenin yeniden gözden geçirilmesi ya da lağvedilmesi gündeme gelebilir.

Türk aile yapısının korunabilmesi, kadına yönelik şiddetin önlenebilmesi için, her halükârda, İstanbul Sözleşmesinin lağvedilmesi ya da Sayın Cumhurbaşkanımızın ifadesiyle yeniden gözden geçirilmesi gerekiyor. Yeni durum sebebiyle hâsıl olan boşlukların da, ülkemizin kendine mahsus kültürel, toplumsal, ahlakî, manevi vb. değerleri ile uyumlu kanuni önlemleri ihtiva eden düzenlemelerle doldurulması icap ediyor. Yoksa geleceğin ailesi bugünlerden çok daha kötü olabilir ya da acaba aile kaldı mı ki? sorusuna muhatap olabiliriz.

E-posta   Facebook   Twitter     Yazdır   Önceki sayfa   Sayfa başına git  
Bu yazı 24366 defa okunmuştur.
YAZARIN DİĞER YAZILARI
ALİ ERBAŞ’IN ŞAHSINDA HUTBELERE LGBTİ+ AYARI MI ÇEKİLMEK İSTENİYOR?
5/5/2020
CORONA SÜRECİNDE YAŞANAN KÜRESEL EKONOMİK SAVAŞLARIN GALİBİ KİM OLACAK?
4/24/2020
CORONA VİRÜSÜ KÜRESEL OPERASYONA MI DÖNÜŞÜYOR?
4/13/2020
CORONA VİRÜSÜNE KARŞI “DUA İLE MÜCADELE” ÇOK MU SAÇMA?
4/1/2020
CORONA VİRÜSÜNE KARŞI HANGİ ÜLKELER BAŞARILI, HANGİLERİ BAŞARISIZ?
3/21/2020
İDLİB’DE NE İŞİMİZ Mİ VAR? ŞEHİTLİK TEPESİ BOŞ MU KALMALI?
3/10/2020
28 ŞUBAT, RAND CORPORATİON: YENİ BİR DARBE Mİ GELİYOR?
2/29/2020
SORUYORUM: FETÖ İHANET ÖRGÜTÜ’NÜN SİYASİ AYAĞI KİMLER OLABİLİR?
2/18/2020
ANAYASA MAHKEMESİ KADINA YÖNELİK ŞİDDETİN ÖNLENMESİ ÇABALARINI SABOTE Mİ ETTİ?
2/9/2020
ELAZIĞ VE MALATYA DEPREMİ SONRASI SKANDAL MAÇ ERTELEME KARARI
1/28/2020
HAKİKATEN TÜRK ASKERİ’NİN LİBYA’DA NE İŞİ Mİ VAR?
1/18/2020
İNSANCIL(!) BATIDA FAŞİST BİRİNE VERİLEN NOBEL ÖDÜLÜ
1/8/2020
KANAL İSTANBUL KAMPLAŞMASI: YENİ GEZİ EYLEMLERİ HAZIRLIĞI MI YAPILIYOR?
12/30/2019
YENİ PARTİLERİN TOPLUMDA KARŞILIĞI VAR MIDIR?
12/24/2019
YORUMLAR
Toplam 1 yorum var, 1 adet görüntüleniyor. Onay bekleyen yorum yok.
Üye girişi yapmadınız. Misafir olarak yorum ekleyebilirsiniz. Üye olmak için tıklayın.
  Yorumcuların dikkatine…

İmlası çok bozuk,
Büyük harfle yazılan,
Habere değil yorumculara yönelik,
Diğer kişilere hakaret niteliği taşıyan,
Argo, küfür ve ırkçı ifadeler içeren,
Bir iki kelimelik, konuyu zenginleştirmeyen,

yorumlar KESİNLİKLE YAYIMLANMAYACAKTIR.
Isimsiz 18 Mayıs 2020 Pazartesi 16:20

???????? elinize emeğinize sağlık hocam çok esaslı bir yazi olmuş

Yorumu oyla      49      50  
SOSYAL MEDYADA TAKİP ET
FACEBOOK'TA TURKTIME
TWITTER'DA TURKTIME
 
KATEGORİLER
FOTO GALERİ
VİDEO GALERİ
ETİKETLER
  •KÜNYE
  •İLETİŞİM
  •REKLAM
 
 
  •Güncel
  •Siyaset
  •Dünya
  •Medya
  •Magazin
  •Spor
  •Kültür
  •Sağlık
  •Ekonomi
  •Dünya
  •Spor
  •Kültür
  •Ekonomi
  •Sağlık
  •Medya
  •Siyaset
  •Güncel
  •Aktüel
  •Dünya
  •Spor
  •Kültür
  •Ekonomi
  •Sağlık
  •Medya
  •Siyaset
  •Güncel
  •Aktüel
rusya
dolar
Belçika
yunanistan
Christoph Daum
poyraz karayel
ütopya
BBP
Chloe Loughnan