Köşe yazılarımda çılgınlık yapmayı severim bazen; ne estiyse, nerden geldiyse, nasıl yol almak istediyse..
İşte öylece yazıp geçmek.
Gündemin boğuculuğundan sıyrılıp, kendimi bi’ çeper ustasının sanatına bırakmak. Bi’ tesadüfü hatırlamak, bi’ türkünün tellerinde kaybolmak, ya da bi’ şiirin, ya da topuk sesinin, ya da tadına doyamadığım bir dost meclisi sohbetinin..
İşte, öylece yazıp geçmek.
‘Kapı Menteşesi’ ni yazdım aylar önce.
İki gün önce de ‘Çatı Kiremidi’ni, üzerinden sıyrılıp ladin ağacının dallarına düşen damlayı görünce..
Demek unutturuyor bazen yazı, nerede yaşadığını.
Tarancı’nın o enfes dizesindeki gibi: /Su insanı boğar, ateş yakarmış / Her doğan günün bir dert olduğunu / İnsan bu yaşa gelince anlarmış./
Yeniden anladım bu memlekette iki gün önceden hafta sonu yazısı yazılmayacağını; dün sabah televizyonda İstanbul Sözleşmesinin feshedildiği haberini izleyince..
‘Çatı Kiremidi’ haftaya kalsın, bir kadın cinayete kurban gitmez, bir müzisyen intihar etmez, bir çocuk tecavüze uğramaz ya da öldürülmezse; bunun da dışında akla gelmedik işler önümüze gelmezse.
‘Çatı Kiremidi’ haftaya kalsın..
Değerli büyüğüm Yılmaz Özdil’in hayranlıkla okuduğum 18 Temmuz 2020 tarihli ‘İstanbul Sözleşmesi’ yazısından etkilenerek, feyz alarak 5 Eylül 2020’de kaleme aldığım ‘Kadın’ başlıklı yazımdan başka diyecek bi’ sözüm yok şimdilik..
***
Bir şairin dizesine, ya da aforizmasına en sevdiğin yazarın.. Metaforuna bulaşmadan yapraklara dadanmış sonbaharın.
Eylülün gamına, filtrenin dibine dayanmış ateşin çıkardığı acı dumana, içinin en dibine çöreklenmiş tortunun dökülen yanına lüzum olmadan başlayabileceğin yazıdır, kadın.
Kadehinin dibine konuşlanmış anasona boca ettiğin buz gibi suyun, oracıkta peyda ettiği bembeyaz dalgadır kadın.
Kadın;
Şiirdir, yeşilindir kadın fındık dallarında, ilkbaharda.. Geçerken Amasra’dan göz hakkında. Öyle asil, öyle yeşildir kadın, görebilirsen incir yaprakları arasında.
Mektuptur kadın; kalbinin kızıl saçlı bacısına yazdığın.. Bursa’dan, cezaevinden teselli edeceğindir kadın, istenirken idamın.
‘Daha dava ilk adımında ve bir şalgam gibi koparmıyorlar kellesini adamın. / Haydi bunları boş ver, bunlar uzak ihtimal..’ diyeceğindir kadın.
‘Paran varsa bana bir fanila bir de don al / Tuttu yine bacağımın siyatik ağrısı. / Ve unutma ki, daima iyi şeyler düşünmeli bir mahpusun karısı..’
Nağmesi arasından fışkıran notadır kadın.. Onun için çıkacağındır, içini dökeceğindir kâğıda, hürriyetin anlamıdır kadın;
Demir parmaklıklar arkasında kalan adama.
Taşa vurur kendini kadın.. İster topuğu ol kilit taşlarına çarparak çekip giden ayakların, ister kayası ol sana doğru çağlayan coşkun suların;
Sana bırakır tüm seçenekleri kadın.
Vals da yapar, alıp birasını tek başına belediye bankından denizin bittiği yere de dalar. Geçirip önlüğünü boynuna pilav üstü etli kuru da yapar.
Senden daha az sınırsız değildir kadın.
Öyle çiçek böcek de değildir. Seyahat çantası olmadığına göre, kimsenin kimseye emaneti de değildir;
İnsandır kadın.
Bilirsen yarenliğini, yoldaştır kadın. Verebilirsen derdini, sırdaştır kadın. Dayayabilirsen başını boynuna;
En güzel yerinde durmuş zamandır kadın.
O bir ay’dır sen kara gece.. ‘gel’ dersin. Can senindir.. Ama ona ‘al’ dersin.. Şerbet diye zehir de verse, ‘bal’ dersin.
Takılırsın Turgut Özakman’ın tellerine.. / Ben bozkırım, sen yağmursun gel hadi / dersin.
Yeşertir kadın.
Filizlenmek isteyen kuru dala candır kadın.
Ömründe bir kez olsun bir kadın tarafından sevilmemiş, gözlerinin dibine; en dibine aşkla bakılmamış ‘adama’ yüktür kadın.
Traktör lastiğinin sübap kapağı kadar hayata / insanlığa faydası olmayan kazmaya, saptır kadın.
Bu memlekette, yangında ilk kurtarılacak üçüncü sınıf saman kâğıdı evrak kadar değeri olmayan 8 Mart malzemesidir kadın. Sevilir, çiçeği alınır, günü kutlanır..
Kadın, Züybeyde hanımdır.
Bi’ evlat doğurur, alır kadını süründüğü yerden, omuzlar üstüne çıkartır..
Hazır lafı açılmışken; İstanbul Sözleşmesi yaşatır.