Cumhurbaşkanının İstanbul Sözleşmesinin feshine dair kararı ve bu karar için Danıştay 10. Dairesi nezdinde açılan iptal davası hakkında daha önce yazmıştım (2 Nisan 2021 Cuma).
Sözleşmenin feshine dair söz konusu Cumhurbaşkanı kararı ile ilgili açılan iptal davası 28.04.2022 günü Danıştay 10. Dairesi’nde görüşüldü.
Duruşmada, İstanbul Sözleşmesinin feshine ilişkin karar hakkında iptal davası açan avukatlarla, kadınlar ve sivil toplum temsilcileri hazır bulundular. Bu duruşmada 600 kişilik duruşma salonu tamamen dolmuş. Danıştay Başkanı Yılmaz Akçil, “Danıştay tarihinde bir ilk, bu kadar kalabalık bir duruşmayı ilk kez yapıyoruz” demiş.
Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın avukatı Emre Topal, Sözleşmeden çekilme kararının hukuka uygun olduğunu belirtirken, bazı avukatlar bu kararın hukuka aykırı olduğu yönünde Mahkemeye görüş beyan etmişler.
Danıştay savcısı, 10. Dairede görülmekte olan duruşmasında, Cumhurbaşkanının İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararının hukuka aykırı olduğu yönündeki görüşünü Mahkemeye iletmiş.
Bu gelişmeler üzerine konuyu tekrardan yazma ihtiyacı hissettim.
Sözleşmenin feshi ile alakalı maksadı aşan, gerçekleri tamamen çarpıtan çok değişik spekülatif değerlendirmeler yapılıyor. Bu husus ayrı bir yazı konusu olduğu için, ben sadece meselenin teknik hukuki yönüne temas edeceğim.
Yargılamanın safhalarına kısaca temas etmek gerekirse.
İstanbul Sözleşmesinin feshine ilişkin Cumhurbaşkanı Kararının dayanağını teşkil eden 9 Sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin (CBK) 3. maddesinin Anayasaya aykırılığı iddiası Danıştay 10. Dairesi tarafından ciddi bulunmadı. Bu sebeple, şu aşamada Anayasa Mahkemesinin (AYM), 9 Sayılı CBK’nin 3. maddesini anayasaya uygunluk açısından denetlemesi söz konusu değildir.
Danıştay 10. Dairesi yürütmeyi durdurma talebini de yerinde görmeyerek reddetti.
Peki, Danıştay Savcısının İstanbul Sözleşmesinin feshini öngören Cumhurbaşkanı Kararının iptalini talep etmesinin bir neticesi olabilir mi?
Önce bundan sonraki safhaya temas edip, daha sonra da bu soruyu cevaplıyayım.
Bundan sonraki safha, gerekçeli kararın açıklanması şeklinde olacaktır. Nitekim mahkeme heyeti, kararın daha sonra yazılı açıklanacağını ifade ederek duruşmayı sonlandırdı.
Karar hangi yönde çıkarsa çıksın, muhtemelen Danıştay İdari Dava Daireleri Kuruluna (İDDK) intikal edecektir.
Danıştay 10. Dairesi kararı Danıştay İDDK aşamasına intikal ettiği zaman, 9 Sayılı CBK’nin 3. maddesinin anayasaya aykırılığı konusu itiraz yoluyla tekrardan AYM’nin önüne getirilebilir. Fakat bu konuda takdir yetkisi Danıştay İDDK’na aittir; anayasaya aykırılık iddiasını ciddi bulursa, 9 Sayılı CBK’nin 3. maddesini itiraz yoluyla AYM’nin önüne taşır, ciddi bulmazsa bu yöndeki talebi reddeder.
Bundan Sonra Ne Yönde Karar Verilebilir: Yeni Bir 367 Vakası Yaşanabilir mi?
Ben burada, yukarıdaki soruya cevap kabilinden mevcut durumda, Danıştay 10. Dairesinin ne yönde karar verebileceği konusunu değerlendireceğim.
Danıştay 10. Dairesi şu aşamada 9 Sayılı CBK’nin 3. maddesine rağmen İstanbul Sözleşmesinin feshini öngören Cumhurbaşkanı Kararını iptal edemez.
Danıştay Savcısının İstanbul Sözleşmesinin feshini öngören Cumhurbaşkanı Kararının iptalini talep etmesinin sonucu etkileyici yönde bir tesiri olamaz. Danıştay Savcısı muhtemelen daha önceki görüşünü usulen tekrarlamış olmaktadır.
Belki bazıları, Danıştay 10. Dairesinden, feshe ilişkin kararın iptali yönde bir karar vermesi beklentisi içinde olabilirler.
Ama Danıştay 10. Dairesinin mevcut CBK’ne rağmen iptal yönünde karar vermesinin, AYM’nin 1 Mayıs 2007 günü verdiği ve kısaca “367 kararı” olarak bilinen kararına göre SKANDAL boyutu 100 kat daha fazla olacaktır.
AYM, 367 kararını, Anayasanın ilgili hükmünü skandal bir şekilde yorumlayarak vermiştir. Bu kararda hiç olmazsa bir yorum yapmış ve bu yorum yoluyla iptal yönündeki neticeye ulaşmıştır.
Danıştay 10. Dairesinin böyle bir yorum yapma seçeneği de yoktur.
Ayrıca, Danıştay’ın 9 Sayılı CBK’nin 3. maddesini anayasaya uygunluk açısından denetleme yetkisi mevcut değildir; bu yetki sadece AYM’ne aittir.
Danıştay 10. Dairesinin, AYM’ne ait olan Anayasaya uygunluk denetimi yetkisini keyfi bir şekilde üstlenerek, fesih işlemini iptal etmesi, SKANDAL’ın en büyüğünü teşkil edecektir. Çünkü Danıştay 10. Dairesinin bu yönde bir inisiyatif kullanması, AYM’nin yetkisini GASP ETMESİ neticesini ortaya çıkaracaktır. Ya da kendi yetkisini Anayasaya aykırı bir şekilde genişletmiş olacak, bu yolla yasama yetkisini de GASP ETMİŞ olacaktır. Bu yöndeki bir uygulamanın bir neticesi de Anayasanın vermediği bir yetkiyi kullanarak Anayasal yetkileri de tanımamış olacaktır.
Hukuk CAHİLİ bazı Avukatların, Danıştay 10. Dairesinin YOKLUK yönünde karar vermesi gerektiği yönündeki söylemlerinin de hukuken kabul edilebilirliği yoktur. Çünkü feshe ilişkin karar 9 Sayılı CBK’nin 3. maddesinde öngörülen usule uygundur. 9 Sayılı CBK hakkında YOKLUK kararı vermek de Danıştay’ın yetkisine girmez.
Danıştay 10. Dairesinin “efendim, ben 9 Sayılı CBK’nin 3. maddesini tanımıyorum” deme cüretini göstermesi, esasen KORSAN bir şekilde Anayasaya ve anayasal düzene meydan okuması neticesini ortaya çıkaracaktır.
Kısaca özetlemek gerekirse, yukarıda sözünü ettiğim durumlar sebebiyle, Danıştay 10. Dairesinin iptal yönünde karar vermesi, bu kararın SKANDALLIK Boyutunu en üst düzeye çıkaracaktır.
Benim mevcut hukuki mevzuat çerçevede beklentim, Danıştay 10. Dairesinin iptal talebini reddedeceği yönündedir. Farklı yönde çıkacak bir karar en üst düzeyde SKANDALA sebep olacaktır.