Geçen Pazar Gecesi Anayasa görüşmelerinin ilk turu tamamlandı. Kavgaların, gereksiz tartışmaların, rezaletler suçlamaların yanısıra az sayıda ama çok kaliteli konuşmalar da yapıldı. Genel olarak seviyenin çok düşük olduğu, konuştuğum milletvekili veya gazeteci herkesin şikayet ettiği, nerede ise kimsenin mutlu olmadığı bir süreçti. Konuşmaları en fazla merak edilen ve etki yaratan milletvekili Deniz Baykal’dı. Baykal Meclis’in en yaşlı üyesi olmasına rağmen performansı en yüksek milletvekilleri arasındaydı.
Başbakan dahil tasarıya imza atan hiçbir konuşmacı talep ettikleri bu değişikliklerin getirdiklerinin gerekçesini mantıklı bir şekilde izah edemedi. En fazla beklentim olan Yalçın Akdoğan ve Burhan Kuzu işin esasına girmeden, polemik konuşmaları yaptılar.
Başbakan Yıldırım’dan iyi bir konuşma beklemiyordum ama bazı ip uçları alacağımı tahmin ediyordum. Nitekim öyle oldu. Başbakan asıl gerekçeyi ağzından bir ara kaçırdı;
“Evet, zamanımız dolmak üzere. Şunu söylemek istiyorum: Türkiye bulunduğu bölgede çok büyük sorumluluğu olan bir ülkedir. Türkiye’nin bölgede güçlü olması lazım. Bölgemiz etrafında yapılan planlar açıktır. Ülkemize karşı çok boyutlu asimetrik bir savaş başlatılmıştır. Bu savaşı başarıyla kazanmanın yolu güçlü siyasi iktidarın daim olmasıdır, sürekli olmasıdır. İşte bu anayasayla hem bunu yapacağız hem de ülkemizin 2023 hedeflerini gerçekleştirmek için siyasetin daha da güçlü hale gelmesini sağlayacağız.”
Başbakan’ın sözlerini tekrar okuyun mevzuyu anlayacaksınız. Türkiye’nin güçlü ve daim olması için bu işi yapıyoruz diyor. Yani Türkiye’nin güçlü olması için Erdoğan’ın güçlü ve bu gücün de sürekli olması gerekiyormuş…
Klasik sorumu tekrar sorayım; Erdoğan 14 yıllık uzun ve kesintisiz başbakanlık ve cumhurbaşkanlığında hangi işi gücü yetmediği için yapamadı veya hangi istediği kanunu çıkaramadı ki daha da fazla güç istiyor?
Daha da fazla güçlü olduğunda yapacağım dediği ne?
Gücün esiri olmuş, dünyadan vaz geçemeyen, mutlak iktidarın getirdiği bir çürümüşlük bu…
Adam, ülkesini 14 yılda küresel güç mücadelesinin merkezi haline getiriyor, doğunun da batının da vurduğu, güvenmediği, endişeli ve ahlaken çürümüş insanların terör içinde yaşadığı ülke haline getiriyor, yolsuzluklara batıyor sonrada gücünü daim kılmaya çalışıyor…
Başbakan’ın yine konuşmasında ağzından kaçırdığı özellikle AKP’lilere yönelik çok önemli bir mesaj neydi biliyor musunuz?
“İtaat et, rahat et”
İşte demokrasi bu bizim ülkemiz de Mirim…
İlk günkü oylama sırasında bir ara Genel Kurul’da karşılaştığım Başbakan’a daha önce yazdığım konuyu söyledim. Anadolu’nun küçük vilayetlerinden gelen zeki ve kabiliyetli milletvekilleri bir daha bakan olamayacaklar, siyasette ön plana çıkamayacaklar bu iş gerçekleşirse dedim. Çünkü bakanlar İstanbul ve Saray çevresinden olacak bundan sonra diye izah ettim. “Haklısınız öyle bir tehlike veya gerçek var. Belki seçim ve siyasi partiler kanunları ile bunu giderebiliriz” dedi. Bu durumu gidermek bu değişiklik olursa imkansız… Başbakan’da biliyor ben de…
Türkiye’de siyaset, ekonomi ve devlet çöküş noktasına gelmiş durumda. Bu konuyla ilgili hiç tereddütüm yok zira yıllardır değerlerimizle o kadar çok oynandı ki… Sonucu da liyakatsiz kadrolar belirledi…
Gerçekten çok üzülüyorum…
Bu hafta beni sevindiren konu geçen yazıma “Hasan Tahsin“in yorum yapması oldu. Yeni okuyucularım bilmezler, bundan 6-7 yıl önce bu köşe her yazım rekor sayıda yorum alırdı. 150’nin üzerinde yorum alan yazılar hatırlıyorum. Yazar ve okuyucular iç içeydi. Tepkiler anlık gösterilebiliyordu. Rejim despotlaştıkca, korku ve menfaat ön plana çıktıkça yorumlar azaldı ve artık yok. Yorumlar olmadığı gibi insan da yok…
Ülke olarak hiç birimizin arzu etmediği bir noktadayız…
Bu hafta çarşambadan itibaren ikinci tur anayasa görüşmeleri devam edecek, bakalım devran ne gösterecek?
Ben AKP milletvekillerinin çoğunun itaat edip rahat edeceklerini hiç sanmıyorum. Zira ekonomi, güvenlik konuları ve siyasetin daha çok sarsılacağını biliyorlar…
Bu hafta itaat edecekler ama sonrası hep rahatsızlık olacak…