Geçen haftaki yazımda, okuyucularımdan gelen sorulara cevap olmak üzere “İttihatçılar’la Naziler arasındaki benzerlikler ve farklılıklar”ı anlatmaya başlamıştım. Fakat konu yarım kalmıştı. Bugün kaldığım yerden devam edeceğim.
Zaten aynı konuyu, günümüzde cereyan eden son gelişmeler de aktüelleştirmiş bulunuyor.. Amerikan, İngiliz, Fransız uçakları, Akdeniz’deki savaş gemilerinden Suriye’ye attıkları füzelerle Ortadoğu’yu kan gölüne çevirdiler.. Nedense, dünyanın başına I. ve II. Dünya Savaşı belalarını açmış olan Almanlar ise, dünyayı III. Dünya Savaşına sürükleyecek nitelik ve önemdeki bu çılgınlıklara katılmadılar.
Bu son fecaatleri, Putin; “Yıkıcı etkisi olacak bu saldırıyı kınıyoruz..” dedi. Acaba, “III. Dünya Savaşını hortlatır” mı demek istedi.
Tayyip Erdoğan ise; “Yapılan operasyonu doğru buluyoruz” diyerek yorumladı. Bu yorum Türk kamuoyunda yoğun eleştirilerle karşılaştı ama, şimdilik bu nokta üzerinde durmayacağım.
Bu füzeleri yağdıranlar, bu hareketleriyle, bugün anlatmayı planladığım Hitler, Mussolini, Franco gibi diktatörlerin, güncel rollerini oynamış oldular.. Yüzlerce füzenin düştüğü Suriye topraklarında ne kadar insan öldürüldü?..
Nereler cehenneme dönüştürüldü, ne kadar toprak ve mal mahvoldu?
Bunların ayrıntısına henüz ulaşılmadı ama anımsattığı tarihsel hezimetlerin sonuçları ise malum.. Hitler, “Nasyonal Sosyalizm”idealleri uğruna milyonlarca Yahudiyi fırınlarda yaktırmış, dünyanın başına açtığı II. Dünya Savaşında 17 ülkede 40 milyondan fazla insanın hayatına mal olmuştu..
Peki, insanlığın başına bu belaları açanların sonları nasıl olmuştu?
28 Nisan 1945 günü Mussolini, sevgilisi ve birkaç yandaşıyla birlikte öldürülmüş, cesedi Milano'da bir benzin istasyonunun çatısından baş aşağı sallandırılmıştı. Ceset, halk tarafından tekmelenmiş ve tükürüklere bulanmıştı.
Mussolini’nin ölümünden sonra yaşanan bu manzarayı öğrenen Adolf Hitler, aynı akıbete uğramamak için, intihar etme kararı almış ve cesedinin yakılmasını emretmişti. Ve bu olay 30 Nisan 1945 günü gerçekleşti.
Bütün bunlar kitabımda(*) anlattığım tarihsel gerçekler. Ben sözünü ettiğim kitabımda, İttihatçıları anlatırken, Atatürk’ten de söz ediyorum.. Çünkü Mustafa Kemal, İttihat ve Terakki’nin kuruluş günlerindeki bir üyesi idi.. Fakat sonrasında, İttihatçıların, Enver Paşa’nın o devirdeki inanç ve faaliyetlerini asla benimsemedi, onlara katılmadı.
Atatürk’ün İttihatçı hareket içindeki yerini, Atatürkçülük, Türkçülük ve Turancılıkla, İttihatçılık arasındaki yakınlık ve farklılıkları, kitabımda ortaya koymaktayım.. Kültür birliğine dayanan Türk milliyetçiliği ile, Nazilerin kan ve ırk birliğine dayalı Nasyonal Sosyalizmi arasında, siyahla-beyaz zıtlığının varlığını vurguluyorum.
Ve şu bilgileri veriyorum:
“Hitler, Nazi rejimini, Almanlar’ı komünizm tehlikesinden korumak ve kurtarmak için kurduğunu, Nazi kurallarını belirlerken, KEMALİZM’i tekrar tekrar okuyup, ondan çok etkilendiğini söylemiştir.. Hatta şöyle demiştir:
“Mustafa Kemal’in bir numaralı talebesi Mussolini idi, iki numaralı talebesi benim..” (**)
Bu sözlerin anlamı nedir ve değeri var mıdır? O çılgın adam, böyle demiştir diye, Atatürkçülüğe leke mi sürülebilmiştir?
Asla.. Asla.. Zaten bu soruların cevaplarını kitabımın ilerleyen sayfalarında açıklıkla vermiştim.
Hitler yukarıdaki saçmalamalarına “Mustafa Kemal, bir milletin, bütün vasıflarından mahrum edilse bile kendini kurtarabileceğini ispat eden adamdır..” diyerek sözlerini sürdürmüştür..
Evet bu sözü doğrudur.. Çünkü Atatürk, bütün vasıflarından mahrum edilmiş olan Türk Milletini adeta yoktan var etmişti..
Hitler’i o zaman Başbakanlığa atamış olan Alman Cumhurbaşkanı Hindenburg da Atatürk’e hayranlığını; “Mustafa Kemal Paşa, Türk milliyetçiliğini uyandırarak modern Türk Devletini kurmuştur, onu hayranlıkla takdir ediyorum..” sözleriyle dile getirmişti.
Bu ifade de doğrudur. Gerçekten de Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti devletini Türk Milliyetçiliğini uyandırarak kurmuş bir dahidir.
Kitapta Atatürk’ün Almanya günlerini, Hitler ve Hindenburg’la ilişkisini anlatırken bunlara da yer vermekteyim.
1937 yılında Hitler’in Propaganda Bakanı olan Goebels de, Alman Nasyonal Sosyalist Partisi’nin Nürnberg’teki kongresindeki konuşmasında şöyle demişti:
“Almanya’da zafere ulaşan Nazi ideâllerinin İtalya, Japonya ve Türkiye gibi bir çok ülkede gözle görünür derecede kökleştiğini görmekteyiz..”
Bu sözleriyle o adam, şöyle demek istemişti; “Türkiye de Nazi rejimine hizmet etmektedir ve rejim Türkiye’de gözle görülür derecede kökleşmiştir..”
Bun sözlere ise yorumum şu: “Goebels halt etmiş, saçmalamış, böylelikle İttihatçılığı, Nazistliği tam anlamadan yorumlamaya kalkışanların saçmalarına da yol açmıştır..
Hitler, “Ben Atatürk’ün talebesiyim..” demiştir diye, Atatürk’e ve Atatürkçülüğe kara mı çalınmış oluyor?
Çılgınlıklarıyla 40 milyondan fazla insanın ölümüne sebep olan, milyonlarca Yahudiyi fırınlarda yaktıran Hitler gibi bir câni ile, vatanımızı işgal eden Yunan Orduları Başkomutanını esir alındıktan sonra insanca misafir eden, İzmir’de ayaklarının altına serilen işgalci Yunan’ın bayrağını yerden kaldırtan bir insanlık timsâli aynı kategoriye konulabilir mi? Tabii ki hayır!
Kitabın son bölümlerinde, Nasyonal Sosyalist akımın Türkiye’deki yansımalarından, “1944 Türkçülük ve Turancılık”davasından, bu davanın sanıklarından olan Alparslan Türkeş’ten ve daha sonra kurulan MHP’den de söz ediyorum. MHP’nin 9 Işık İlkeleri ile, Nasyonal Sosyalizm’in programı arasındaki benzerlik ve farklılıklara değiniyorum.
Ama, yok yok.. Lafı uzatmayayım..
Eski mensubu olduğum MHP günlerim falan geldi aklıma.. O zamanki anılarım ve hayallerim canlandı.. Ve ardından MHP’nin bugün getirildiği durumla kıyaslamalar yaptım..
En iyisi devam etmeyeyim.. Aklımı yerinde oynatacaklar..