Geçen hafta Perşembe akşamı itibarı ile odalarda görevli olanlar dahil kamu yöneticileri istifa ettiler. Bu olayla birlikte partilerde seçim dönemi havası tam anlamıyla yakalanmış oldu. Seçimler demokrasi bayramlarıdır. İnşallah bu seçimde bir bayram havasında geçer.
YSK tarafından açıklanan takvime göre partiler 11 Nisan günü saat 17.00’ye kadar adaylarını bildirmek zorundalar. Seçimlere mevcut koşullarda 27 parti katılma hakkı almış durumda ama ittifaklar nedeniyle muhtemelen çok daha az parti katılacak. Peki, demokrasi gerçek anlamda tecelli edebilecek mi? Gerçekten yasama görevini yapacak yani Türkiye’nin, halkın ve kamunun ihtiyaç duyduğu kanunları çıkaracak ve yürütmenin yani Hükümetin yaptığı icraatları hakkıyla denetleyebilecek bir meclis oluşabilecek mi?
Benim yıllardan beri edindiğim tecrübeye göre partiler güçlü adaylar arıyorlar, gelişmiş demokrasilerde olduğu üzere… Ancak bu güç bilgi gücü değil. Bir adayın gücü bilgi, tecrübe, ahlak, para ve oy kapasitesi ile ölçülür. Bizim partilerin dikkate aldıkları ise öncelikle para… Adayların oy alabilme kapasitesi önceden bilinemez, herkes oy gücünün olduğunu söyler. Bilgi ise nasıl oluyor ise herkes de vardır, ahlak ise çok önemli değildir. “Siyasi partiler iyi ahlak dernekleri değildir, içlerinde ahlaksızlarda bulunur” sözünü duymuşsunuzdur. Geriye güç unsuru olarak bir tek para kalıyor. Bir adayın en önemli gücü maalesef bizde harcayabileceği paradır. Paranız varsa önseçimde delegeleri ve parti organlarını paraya boğar, ön sıralarda mutlaka yer alırsınız. Paranız varsa genel merkeze veya genel merkezdekilere “bağışta bulunur” seçilebilecek yerlerde yer alırsınız. Tabi bunun ahbap-çavuş ilişkileri veya lidere yakın olmak gibi istisnaları da vardır. Partiler biraz da vitrinde yer verebilecekleri, ünlü, adı olan isimleri aday göstermek isterler. Bu yolla tespit ettikleri “güçlü” adaylarla seçime giderler. Biz de buna “demokrasi” deriz. Adayların adaylıklarına ise; düzenli ve rahat bir gelire sahip olma, ünlü olma-nam yapma, dokunulmazlık sahibi olma, ticareti devam ettirme-ihale alma gibi son derece “makul” gerekçeler vardır.
Ha! Özgür basını, etik kuralları, sivil toplum konularını bir tarafa bırakıyor, sadece adaylık ve aday tespit usulünden bahsediyorum.
Neyse, fazla küçümsemeyelim, demokrasimiz çevremizdeki Yunanistan hariç tüm ülkelerden daha iyi ama yeterli değil. Demokrasiye alıştık, fakat sistemde önemli yanlışlıklar ve eksiklikler var. Seçim sistemi ve siyasi partiler kanunu baştan aşağı değişmek zorunda. Önümüzdeki seçimlerin gündemi “Sivil Anayasa” olacak gibi görünüyor. İnanın seçimlerden sonra en iyi anayasayı yapsak dahi bu siyasi partiler ve seçim kanunları ile huzur bulmamız, adaleti sağlamamız mümkün değil. Ülkenin bölgeleri arasında temsilde adalet yok. Bir tarafta 100 binden fazla oyla milletvekili seçilirken diğer tarafta 15 bin oyla bir milletvekili seçilebiliyor. Adayları tespit etmek ve seçebilmek halkın harcı değil. Sistem sizin de çok iyi bildiğiniz sebeplerle tam bir rezalet.
Osmanlı’nın son dönemlerinde bir paşa konağında iki aşçı balıkların erkek veya dişi oldukları nasıl anlaşılır diye tartışıyorlarmış. Aralarında anlaşamayınca biri “En eyüsü gidüp paşaya soralım” demiş. Diğeri, “Paşa nerden bilcek?” deyince, teklifte bulunan, “ Paşa da bilmez emme, onun dediğü dediktür”
Biz de öyle milletvekilleri seçiyoruz ki hiçbir şey bilmiyorlar ama maalesef dedikleri dedik oluyor… Şimdi de oturmuşuz, “ülke demokrasi ve despotizm kavşağında” diye endişe duyuyoruz.
İnşallah bu seçimlerden tüm ülke için hayırlı bir sonuç çıkar. Fakat, ben her partinin göstereceği 550 adayın ülkenin en iyileri, en hak edenleri olduklarını sanmıyorum.