Kaç zamandır dilimde bi’ türkü.. Çekip cüssemi jandarma mıntıkasında bile meskûn mahal geçmeyen bi’ yere, kapı menteşesini yazayım istiyorum.
Üç beş hafta önce dolandı dilime.
Durup durup, portamento diyorum.
Portamento; taşımak anlamına gelen İtalyanca porte kelimesinden gelir. Portamento; bütün sesleri çınlatmaktır kulakta. Sesi taşımak için, bir notadan diğerine varana..
Fazıl Say da verir, köy yolunda bozlağında beraberce kaybolduğumuz abdal Alican usta da..
Verir portamentoyu kapanan ya da açılan bir kapını menteşesinden çıkan gıcırtı da.
Bi’ telden, bi’ tuştan, bazen yağı eksilmiş kapı menteşesinden gelir.
İstiyorum ki ben birkaç haftadır.. Dolanıyor ki dilime bi’ nihavent yirmi - yirmi beş gündür.. Kapı menteşesini yazayım.
Ki bence portamentonun membaı, kapı menteşesidir.
Acıdır kapı menteşesi, ayrılıktır, sızıdır, son bakıştır, sitemdir.. O senfonin arasında son adımdır, son topuk çınlamasıdır, son fermuar cızırtısıdır..
Son toplayıştır işte valizi, kapı menteşesi, gidiştir.
Kapı ağzında ipe sapa gelmez, bi’ şey söylemiş olmak için söylenen tüm kırık kelimelerin bilinmeyen tek şahidi, kapı menteşesidir.
O menteşeden çıkan ses, lüzumsuz bir gıcırtı değil; gidene ‘kal’ diye yalvaran, koridor boşluğuna bıraktığı çığlığı ciğer çeperlerinden taşan has bi’ Nazım şiiridir.
Serkeş bi’ yalnızlıktan o derin sızıya en sert geçiştir kapı menteşesinin çırçıplak, incecik sesi.
Gidenin umrunda mı bilinmez ama, kalanın daha çok çınlayacak kulaklarında.
Kaldırımında sabahladığın kırmızı saten elbiseli kadının yaprak gibi titreyen elidir kapı menteşesi; ince ince gider gelir mistik bi’ hüzzamın tuşlarında..
O menteşeden çıkan bestelerin notası zapt edilseydi bi’ kâğıda,
Portamento utanırdı adından, Dört Mevsim konçertosu davacı olurdu Vivaldi’den, Mozart’ın hıçkırıkları duyulurdu bir sokak lambası altından..
Kaç zamandır dilimde bi’ türkü.. Çekip cüssemi jandarma mıntıkasında bile meskûn mahal geçmeyen bi’ yere, kapı menteşesini yazayım istiyorum.
Öyle bir yazmalıyım ki kapı menteşesini..
Doğrusu yazmamalıyım.
Arif Sağ’ın bağlaması yapmalıyım. ‘Yine dertli dertli iniliyorsun, sarı durnam sinen yaralandı mı.. Hiç el değmeden de iniliyorsun, yoksa ciğerlerin parelendi mi..’ dedirtmeliyim, tellerine.. Bestesi yapmalıyım Livaneli’nin; efil efil esen yele, sarp kayadan geçen yola, dünyanın ucunda açan gül’e selam verdirmeliyim.
Bozkırdan gelmeli menteşenin sesi divan saz olup, tezenesinin yumuşacık kucağından.. ‘Dinek dağı yeni geldim gurbetten, başım eksik olmaz kadadan dertten.. Adama kemlik mi gelir mert oğlu mertten.. Kötülerin gölgesi olmaz dalı olmaz..’ diye inlemeli..
Kaç zamandır dilimde bi’ türkü.. Çekip cüssemi jandarma mıntıkasında bile meskûn mahal geçmeyen bi’ yere, kapı menteşesini yazayım istiyorum..
Memleketin ciğerinin yandığını görüyorum sonra, kastetmiş PKK memleketin ciğerine.. Yanıyor Hatay, yanıyor börtü böcek, yanıyor kaplumbağa, ağaç, tavşan..
Çatıdan bir çocuk düşmüş..
Çatıdan bir çocuk EBA’dan eğitim alabilmek için düşmüş, ölmüş çocuk.
‘Maddi imkânsızlıklar nedeniyle evine internet bağlatamayan, bu yüzden komşusundan internet çekmek için çatıya çıkan babasını takip eden Çınar Mert, çatıdan düşerek hayatını kaybetti.’
Üç yaşında.. Bir.. Kız.. Çocuğu..
Hastanede.. Bir kız çocuğu.. Üç yaşında.. Hastanede..
Boğaz.. Düğüm..
Başlarım kapı menteşesinden çıkan sese.