Yazdıklarım iyi anlaşılsın diye; yazıma, özür dileyerek kendimden başlayacağım.
Bu iktidar dahil, hiçbir iktidarın özel ilgisine talip olmadım.
Hiçbir iktidardan, en ufak bir çıkar, ya da gazetecilik torpilim asla olmadı.
Tam aksine; bu iktidar dahil, tüm iktidarların, ya hışmına uğradım, ya da ötekileştirildim.
28 Şubat sürecinde; refah-yol hükümetini eleştirirken, ordunun seçilmiş hükümete baskısına tanıklık yapınca, eleştirilerimi dondurarak; millet iradesini sınırlamak isteyen anlayışın karşısında oldum.
28 Şubatın hakim iradesi, beni, Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde yargıladı.
Bu satırların yazarı, “Hapis cezası alacaksın. Yazıya eklemeler yapıldığını söyle, seni kurtarayım!” diyen iradeye, “Buna tenezzül edecek adam bu satırları yazar mı?” yanıtını verdi.
Mahkeme, yüzüme, “1 yıl 8 ay hapis cezasına çarptırıldın.” kararını okurken, mahkeme üyelerinden birisinin, (DGM üç üyeden oluşurdu) müstehzi, adeta, Erol Taş’a, taş çıkartan gülümsemesi karşısında, kafamı geriye iterek, “Allah büyüktür.” diye seslendiğimde; yazı işleri müdürü, bir eliyle kolumu, diğer eliyle titreyen bacaklarını tutarak, “Sus, çocuklarım var!” diyordu.
Ben küçük, onlar küçük, ALLAH büyüktü… Cezam ertelendi.
Ve zaman aktı, Ak Parti tek başına iktidar oldu.
Bu sefer de, iktidar unsurlarının tazminatları ile uğraştım, uğraşıyorum.
Her yerde Allah, yeryüzünde Google, şahit ki;
Şartlar elverdiği kadar, iktidarın yanlışlıklarını sert şekilde eleştirdim, eleştirmeye de devam edeceğim.
Güçlü olanı eleştirmeye hemen vize veren beynim; sıfatı ya da duruşu ne olursa olsun, mazlumluk atfettiği kişi ya da kuruma karşı, elime, “Yaz” talimatı vermiyor.
Gezi olaylarındaki kalkışmada; ölen, gözü çıkan ve dayak yiyenlere üzülmemden dolayı, bu ağır başkaldırıyı bile layıkıyla eleştiremedim.
Belki de problemli bir zihin paradigmam var;
Merhamet duygum, beni zaman zaman gerçeklikten koparsa da, siyasi kriterim; millet iradesi olduğu için, seçmen iradesine yapılan saldırıya tahammül edemiyorum.
Soyadı Koç olduğu için yıllarca işleme konulmayan ama, 2. operasyon, iki gün bekletildi diye, bildiri ile yeri göğü yıkan iradeye soruyorum;
52 gün bekletilen, dershanelerin kapatılması kesinleştikten sonra, medya ile eş zamanlı yapılan bir yolsuzluk operasyonunun samimiyetine, Mazhar Osman'ın hastaları bile inanmazken, biz nasıl inanalım?
İktidar unsurları yolsuzluk yapmış olamazlar mı?
Elbette olabilir. Gücün olduğu her yer, yolsuzluklara adaydır ama bu operasyonlardaki, pusu, zamanlama ve küresel destek, fena halde sırıtmıyor mu?
Her hangi bir yolsuzluğu ortaya çıkarma girişimi meşrudur ama, yargı dahil hiç bir meşruiyet, siyasi baskı ve tahakküm aracı olarak kullanılamaz.
Bu, yolsuzluktan daha ağır bir vatan suçudur.
Gelelim cemaate...
Milli eğitim reformu gerçekleşmeden, dershanelerin kapatılmasına karşıyım ama, cemaatin bu süreçte bilerek ya da bilmeyerek aldığı rol, iddia ettiği varlık nedenine ters düştüğü gibi, hizmet algısına kendi elleriyle vurduğu bir bıçak hükmündedir.
Cemaat üyelerini; Fethullah Gülen Hoca'nın sağ kolu ve sözcüsü Hüseyin Gülerce'nin müthiş sözlerine emanet ediyorum;
"Benim ülkemin Başbakanı'nı yabancılar gönderemez. Başbakan'a içeriden, dışarıdan tertip yapılmasını hazmedemiyorum. Yargıdaki direncin, hukuk ve adalet adına yapıldığına inanmıyorum..."
Ve son sözüm;
Erdoğan'a duyulan nefret, vatan sevgisinin de önüne geçiyorsa; o oligarşiye, "KES SESİNİ" demekten onur duyarım.
Ah bu siyasetçiler!
27 Aralık 2013 tarihli yazımda; sübjektif, tamamen gözlemlerime dayandığının altını ısrarla çizdiğim bir anket yayınladım.
Melih Gökçek'ten, Mevlüt Karakaya'ya; BBP Lideri Mustafa Destici'den, Mansur Yavaş cephesine kadar sitem telefonları aldım.
Gökçek, "en yakın rakibimin 14 puan önündeyim" derken, Mansur Yavaş cephesi, "4 puan farkla 1. partiyiz" iddiasında bulundular.
Ankara MHP adayı Mevlüt Karakaya ise, "2 günde 1 puan nasıl indik?" siteminde bulundu. Arayanlar içinde en mantıklı sözleri, BBP Genel Başkanı Mustafa Destici'den işittim. Bana, "Geçen seçimde % 3 oy aldık. Başta Keçiören olmak üzere 6 ilçede iddialıyız. % 1 oy mantıklı değil" diyerek gayet kibar bir izahta bulundu.
Verdiğim oy oranları; sübjektif, hiç bir bilimsel veriye dayanmayan olgulardır.
İyi niyetli eleştiriler beni yanlış yapmaktan korur ama bana psikolojik baskı yapmaya çalışanlara değer vermem. Özellikle beni, yakınındaki insanların telkinlerinin etkisinde kalarak değerlendirenlerin eleştirilerini ciddiye almam.
Uygun zamanlarda tahminlerimi yapmaya devam edeceğim.
*Bu yazı Talat Atilla’nın Güneş Gazetesi’ndeki köşesinden alınmıştır…