Nüfusun çoğunluğu 12 Eylül öncesini, o dönemdeki siyaseti, aynı evden bir kardeşin sağcı diğerinin solcu oluşunu ve düşmanlıklarını, günde onlarca yurttaşımızın öldürülmesini hatırlamaz. Çok kötü bir dönemdi. Allah bir daha yaşatmasın. 12 Eylül dönemi belki bir cinnet dönemiydi ama o kuşağın insanları sağcı ve solcusuyla samimi vatansever, idealist insanlardı. İdealleri ve vatanları için mücadele etmekte hatta can vermekte tereddüt etmediler.
12 Eylül Darbesi idealist bir kuşağı yok etti. 12 Eylül öncesi olaylarında perişan olmayanları da 12 Eylül yönetimi idamlarla, haksız yargılamalarla ve uygulamalarla psikolojik olarak ve fiziken ezdi. Devlet kendi evlatlarına kıydı…
12 Eylül sonrası siyaset ise askeri darbeye, bir kuşağın yok olmasına, halkın siyasetten korkması ve soğumasına ve şirazesinden çıkıp normalitesini yitirmesine bağlı olarak garip bir siyaset oldu. Siyaset bir türlü normalleşemedi. Partilerin geçmişte kurumsallaşma yönünde attığı adımlar silindi, birikimler yok oldu. İstikrar sağlanamadı.
Siyasi ve demokratik süreç kesintiye uğradığı için o döneme göre kaliteli siyasi kadrolar harcandı yerlerine gelenler siyaseti çok ve çabuk yozlaştıran kadrolar ve partiler oldu.
12 Eylül sonrası nerede ise tüm siyasi partiler iktidarı tattılar. Ancak siyaset güvenilir olmaktan çıktı ve hızla yozlaştı. Günümüzün siyaseti 12 Eylül siyasetidir, çözüm üretmez ve yozdur…
Türkiye’de bugün bile sağ-sol kavramları hala o günlerin yanlış algısını taşır. Siyasetin paradigmaları ve kavramları hala o günlerin sorunlu söylemlerinden kurtulamaz. O nedenle sosyal demokrasi, muhafazakarlık, liberallik kavramları bir türlü yerli yerlerine oturamazlar. Onun için oy pusulasında 26 parti, Meclis’te ise 4 parti vardır. Onun için siyaset kurumu sorun çözen değil sorun yaratan bir yapı ve anlayıştadır. Onun için devlet nosyonu, toplum duyarlığı olmayan birileri, birilerinin desteği ile birden bire başbakanlık, bakanlık koltuklarında oturabilmekte, kurucu düzeni alt-üst edebilmektedirler.
Diğer taraftan Türk toplumu bir çıkış aramakta, toplumsal, ekonomik ve siyasi gidişat konusunda endişe duymaktadır. Toplumun ve buna bağlı olarak siyasetin Alevi-sünni, Kürt-Türk, beyaz-zenci, dindar, dinsiz gibi yaftalarla ayrılmasını hazmedememektedir. Recep Tayyip Erdoğan’ın kutuplaşma ve karşıtlık siyasetinden yorulmuştur.
Toplum, güvenebileceği yeni, düzgün, ahlaklı, birleştirici, çağdaş, üreten, sorun çözen ve kendinden bir siyaset peşindedir. Halk demokrasi içerisinde kalınmasını ve çözüm üretilmesini beklemektedir. Halkın seçimlerde büyük baskılara rağmen parti ayrımı yapmaksızın iyi olduğunu düşündüğü adaylara oy verebilmesi, kutuplaştırma siyasetine rağmen siyasi partiler arasındaki geçişlilik bunun bariz örnekleridir.
Bu koşullar altında Kemal Kılıçdaroğlu’nun siyasetin üstüne çıkarak toplumsal talebi görmesi takdir edilmesi gereken bir olaydır. CHP’nin bu seçimlerde karşı partilerden adaylara yer verebilmesi büyük bir proje, risk ve cesaret örneğidir. Bu projelerin en başında geleni ise Mansur Yavaş’dır.
Mansur Yavaş, dürüst, çalışkan ve her kesimden oy alabilmiş ve alacak olan bir politikacı olarak 12 Eylül siyasetine, zihniyetine son verecek ve şeffaf, denetlenebilir, hesap verebilir çağdaş bir siyasetin önünü açacaktır.
Bu anlamda Mansur Yavaş Projesi ile sadece Ankaralılar iyi bir belediye başkanı kazanmayacaklar Türk toplumu da yeni ve birleştirici, çözüm üreten bir yeni siyaset ve zihniyete kavuşmuş olacaktır.