Gelişen projeler Abdullah Öcalan’ın bir süre sonra serbest bırakılarak, siyaset yapmasının önünü açmaya yönelik çalışmalar sanki…
Ana muhalefet partisi liderinin açıklamaları bile Öcalan’ın açıklamaları kadar merakla beklenmiyor… Heyecan ve etki uyandırmıyor…
Terör örgütü liderine sayın demek rutin bir gelişme oldu…
“Orada neler oluyor?” sorusu bile faşizan bir damga yemek için yeterli…
Sus ve kabul et diyen güçlü bir koro var…
PKK, sembolik teslim olmalarla direkt olarak kendisini muhatap kabul ettirmeyi becerdi.
Öcalan’ın sözde yol haritası aylardır buzdolabında bekletiliyor.
Ve Öcalan bu konuda tek söz söylemiyor.
Oysa aynı Öcalan; kliması bozuk diye yeri göğü inleten bir adam…
Bir anlaşma var… Belli…
Değerli bir yorumcumuz şöyle diyor, “Dağdan inmelerini istemiyor musunuz?”
Ne münasebet?
İncitici olan, Türkiye Cumhuriyeti’nin açıkça kandırılıyor ve oyalanıyor olması…
Dağdan inen 100 kişi, onları karşılayan yüzbin!
Paradoks budur…
Koskoca bir devletin kendi kendisini kandırmasını sindiremiyorum.
PKK gram gram aldığı büyüme hormonunu artık kiloyla alıyor.
İlk kez bazı beyinlerde meşru bir alanı işgal etmeye başladı…
Ben dahil herkesi hareketsiz bırakan o büyülü soru yok mu?
“Peki nasıl çözeceğiz bu işi kardeşim?”
Bilmiyorum… Bilmiyoruz… Bilmiyorlar…
İdrak yollarım tıkandı…
Tıkadılar…
Öyle bir sis dalgası atıldı ki beynimize;
Sanki ölümün çaresi bulunur, teröre çare bulunmaz…
Asıl psikolojik savaş buydu aslında…
“Çözülmez” dedirtmek…
Bunu becerdiler…
Bundan sonrası daha kolay!
Muharrem Vakası
Ankara kulislerinden zaman zaman iyi haberler verdiği doğrudur ama Muharrem Sarıkaya, Ankara gazetecileri için vazgeçilmez bir komedi figürüdür.
Manken Naomi ile dost olduğunu anlatır, Sezer Cumhurbaşkanı iken, “Hergün görüşüyoruz, abi derim kendisine…” havasını atar.
Vs. Vs.
İki Muharrem vakası anlatmakla yetineyim sizlere;
Çiller’in Başbakanlık koltuğunda oturduğu günler…
Muharrem, Çiller’le aynı uçakta yolculuk yapıyor.
Şöyle diyor,”Sayın Başbakanım, uçağınızı ben kullanmak istiyorum. Ben aynı zamanda pilotum"
Çiller tersliyor…
Aynı Muharrem, Saba Tümer’e, “Teknedeydim, aniden iki denizaltı çıktı ortaya… İçinden kafasını çıkaran bir subay bana dönerek, ‘Nasılsınız Muharrem bey’ dedi…”
Yalana bak!
Bir kere fiziki olarak denizaltının yanında durup, "Selam Muharrem" denmesi mümkün değil.
Güya, "Denizden çıkan bile beni tanıyor. Ben fena halde şöhretim." havasını atacak ya...
Ama yalanı zekasına dolanıyor...
Bu tür örnekleri çoğaltmak mümkün ama şimdilik fazla yazmayacağım. Çünkü bu grupta başta Kenan Tekdağ ve Fatih Altaylı gibi sevdiğim, tanıştığım, dostum ya da arkadaşım bir çok isim var.
Asla arzu etmem ama gün gelir de bu isimlerle tartışmaya girersem, bunun benim için bir anlamı, değeri olur...
Zurnanın son deliklerine vakit harcayamam...
Hele bu zurnanın son delikleri gazetecilik icazetini siyasetçilerden alıyorsa!
Habertürk’ün kurumsal olarak yıpranmasını istemiyorum ama Muharrem yıllardır ısrarla sürdürdüğü Turktime’ı ve yöneticilerini yıpratma, arkadan konuşma ve iftira gibi etik dışı tacizlerine devam ederse, layık olduğu cevabı çalıştığı kurumdaki sevdiğim dostlarıma rağmen alır.
Habertürk’ün arkasına sığınarak atış yapmasına artık müsade etmeyeceğiz...
Üç günlük ömrümüz kalsa, duruşumuz değişmez!
Haddimizi biliriz, gerektiğinde bildiririz!
Yeter...
Acaba?
Son günlerde Ankara kulislerinde ilginç bir bilgi dolaşıyor.
İddiaya göre bir medya grubunun başı sıkıntıda ve bu medya grubu kısa süre sonra zora sokulacakmış.
Bu konuyla ilgili iki yaklaşım var;
Birincisi; Bu grubun lokomotif bir şirketine el konulacak.
İkincisi; Grubun medya organlarına...
İnşallah doğru değildir.
El konula, konula; Parmak kadar yer kalmayacak!