Geçen yazım “Yaşlılık-Tecrübe Vazgeçilmez”i yazarken bir sosyal konuya değinmek, günlük parti siyasetine çok alan bırakmamak gerekçeleri ile çok tereddütlü idim. Okunma ve yorumlanma konusunda şüphelerim vardı. Köşenin okuyucu tipine ve beklentilerine uymayabilirdi. Buna rağmen konuyu önemli görüp yazdım. Fakat gördüm ki endişelenmeme gerek yokmuş. Okuyucu konuyu çok iyi anlamış, yorumlamış ve sıkılmamıştı. Gerçi buradan da günlük siyasete malzeme çıkarıldı ama zararı yok. Asıl önemli olan yerine gelmiş, sistemin yaşlılığa yamuk bakışı kavranmıştı…
Genel olarak yorumları değerlendirdiğimde beni üzen ve çözümü konusunda endişeye sevk eden tek konu; siyasi fanatizm. Okuyucunun bir menfaati söz konusu değil. Buna rağmen çok açık bir şekilde taraf tutuyor, daha doğrusu taraf tutmanın çok ötesinde siyaha beyaz diyebiliyor. Hakarete varan yorumlar yapabiliyor.
Diyeceksiniz ki bu yalnızca bizim değil tüm medyanın sorunu. Onlarda çok fazla fanatizm içersindeler, sürekli kendileri ile çelişiyorlar, olaya ve kişiye göre subjektif yorumlar yapıyorlar. Bu doğru da yaptıkları tabi ki doğru değil. Onun için kültürel ve etik gelişimimizde sıkıntılar var. Medya taraflı ve özgür değil. Çıkarların ön planda olduğu bir yapısı var. Tamam ama makul değilse de medya çıkarlarına göre hareket ediyor, peki bize ne oluyor?
Bizim yorumcular neden fanatik?
Çok bilgili olmasına rağmen, örneğin yakın tarihi çok iyi bilmesine rağmen neden bu dönemle o dönemlerdeki benzer olaylarda bağlantı kurmakta yetersiz kalanlar olabiliyor…
Bunlar yoksa profesyonel mi?
Çok bilgili olmasına rağmen eski fanatik günlerinin etkisi ile duygusallıktan kurtulamayıp objektivitesini yitirenler olabiliyor…
Sorun gerçekten fanatizmi?
Yorumlara verilen notlar ne ifade ediyor?
Neden bazı yorumlar daha çok olumlu yada olumsuz not alıyor?
Bunları bilemiyorum. Sanırım yukarıda belirttiğim gibi fanatizmden kurtulamıyoruz. Ancak bir fikrim var; Eğer, zamanım olursa yazılarım ve gelen yorumlardan kısmını bir kitap olarak çıkarmayı düşünüyorum.
Sanırım yazı ve yorumların olduğu ilk kitap olacak. Tüm çelişkilerimiz, farklılıklarımız, kavgalarımız, çelişkilerimiz bir kitapta toplansın istiyorum. Sanırım bu şekilde bazı şeyleri daha iyi görebileceğiz.
Henüz bu bir düşünce. İlk önce de size açıklıyorum. Kimseyle görüşmedim ama bu yazıyı tasarlarken aklıma geldi. Siz ne düşünüyorsunuz, göreceğiz ama sanırım hem ilk hem de akademisyenlerin üzerinde çalışmaları gereken bir eser olacak…
Hani ünlü bir fıkra vardır;
Bir matematikçi, bir muhasebeci ve bir ekonomist aynı işe baş vururlar.
Görüşmeci matematikçiye sorar, “İki kere iki kaç eder?”
Matematikçi cevap verir, “Dört”
Görüşmeci sorar, “Kesin dört mü?”
Matematikçi kendinden emin cevaplar, “Evet, kesin dört”
Matematikçi çıkar ve ekonomist odaya girer. Bu sefer görüşmeci aynı soruyu ekonomiste yöneltir. Ekonomist yanıtlar, “Ortalama dört eder, yüzde 10 aşağı veya yukarı oynayabilir, ama ortalama dört eder”
Ekonomist'te de çıkar, muhasebeci odaya girer, aynı soru ona da sorulur.Muhasebeci ayağa kalkar, kapıyı kilitler,panjurları indirir ve görüşmeciye yaklaşarak sorar, “Kaç etsin istersiniz?”
Bizim yorumlar ve yorumcular pek böyle abartılı değil ama yine de değerlendirilmeleri hakikaten çok yararlı sonuçlar doğuracaktır.
Ne dersiniz?