Bütçe geçen hafta bitti, rahatladım. Ekim sonundan beri özellikle Plan ve Bütçe Komisyonu’nda oldukça yoğun günler geçirdim. Ailemle, eş ve dostlarla görüşmeye vaktim olmadı. Hatta çoğunlukla telefonlara dahi bakamadım. Darılttığım çok arkadaşım oldu. Ben özellikle kamu hizmeti görüyorken pek kendimle yani özel hayatımla ilgilenmeyi sevmem. Daha doğrusu işimi şahsi yaşamımın önünde tutarım. Belki devlet memuriyetinden kalma bir alışkanlık, belki bana ait bir hassasiyet ama işim daima önceliklidir. O yüzden farkında olmadan darılttığım eş-dosttan özür diliyorum. Telefonum açık ama sessizde duruyordu, arayanlar çaldığını fakat benim cevap vermediğimi sanıyorlardı. Ancak, ben telefona bazen ara verilince bazen de ancak akşam geç saatlerde bakabiliyordum. Tabii 50-60 telefon gelmiş oluyor, cevap vermeye fırsat dahi bulamadan yenileri ekleniyordu.
Siyasetçinin telefonu daima açık olmalı ve her halükarda cevap vermeli kuralını maalesef çok ihlal ettim bundan sonrada edeceğim. Telefondan bazen nefret ediyorum. Olmadık yerde, zamanda çalan, içinde bulunduğunuz ortamda değil de sizi daima başka bir alemde yaşatan, bulunduğunuz ortamdaki arkadaşlarınızdan uzaklaştıran telefondan gerçekten nefret ediyorum. Bakıyorum bazen aynı masada oturduğunuz arkadaşlarınızın her biri zamanın çoğunda telefonla görüşüyor ama aynı süre birbirleriyle görüşmüyorlar. Sohbet ederken birbirine dikkat etmeyen, gözüne bakmayan, telefonlarla başka yerlere giden, ilave olarak gürültü ve saygısızlık eden arkadaştan gerçek dost olur mu? Telefon kullanmanın ve telefonla aramanın da bir adabı olmalı. Bu adabı oturttuğumuzda kent hayatını kendi kurallarımızla oluşturmaya başlamış olacağız.
Biliyorum, telefon aynı zamanda bilgisayar, fotoğraf makinesi, televizyon, saat, meteorolojik bilgi kaynağımız, yol durumu bildiren aracımız, oyuncağımız, nerede ise her şeyimiz. Psikolojik eksikliklerimizi, yalnızlığımızı gideren bir aygıt. Gittikçede gelişiyor, 3-5 yıl sonra vazgeçilmezimiz olacak. Boş bir dakikamız olsa kullanma ihtiyacı duyuyoruz. Bir keresinde başka bir şehre 2 günlüğüne giderken elimdeki eşyalar nedeniyle ellerim telefonu arabada unuttu. O iki gün inanın bazı önemli şeyleri kaçırdığım duygusuna kapıldım.
Neyse, bu yazımda aslında “kör nokta” kavramından bahsedecektim. Çok az yerim kaldı ama yine de yazayım; Amin Maalouf, Türkçede 60-70 baskı yapmış eserlerine rağmen benim geç keşfettiğim yazarlardandır. Bazı eserlerini sizlerle de paylaşırım. Bugünlerde son romanı “Doğu’dan Uzakta” yı okuyorum. Orada bu kör noktadan bahsediyordu, onu sizlerle paylaşacak ve bizden, hem şahsi hem de toplum yaşamımızdan örnekler vermeye çalışacak ve sizden de benzer örnekleri yorumlarınıza katmanızı isteyecektim.
Kör nokta için şöyle bir örnek vardı kitapta: “Bu fikir aklıma biz kolejdeyken gelmişti. Sınıfta Fransız Devrimi zamanında ilan edilen ‘İnsan ve Yurttaş Hakları Beyannamesi’nden söz ediliyordu. Bir öğrenci, kadınların da bu hakların kapsamına dahil edilip edilmediklerini, eğer edilmişlerse niye Fransa’da oy kullanma hakkını ancak İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra elde ettiklerini sormuştu. Öğretmen, gerçeği söylemek gerekirse, bu kanun önünde eşitlik beyanına kadınların dahil edilmediklerini belirtmiş, ama buradan hareketle onların bilinçli olarak safdışı bırakıldıkları sonucuna varılamayacağını eklemişti. Gerçekliğin bu yönü o dönemde yaşamış insanlar açısından tasavvur edilemiyordu, ‘görülemiyordu”, o kadar demişti”
Daha sonra her dönemde her toplumda buna benzer tasavvur edilemeyen konular olduğu bunun “kör nokta” olduğu anlatılıyor. Ben de buradan aldığım ilhamla yakın tarihte ve şu anda bizim toplumumuzda ki kör noktaların neler olduğunu anlatacaktım. Hepimiz için kör noktalar daima vardır. Bazılarımız için az, bazılarımız için çok. Farkındasınızdır, o kadar çok kör nokta olarak tanımlayacağımız konu var ki farklı toplum kesimleri için… Dün de vardı, bugün de var. Örnekleri siz verin lütfen benim yerim kalmadı… Ben son olarak hiçbir bilimselliğe dayanmayan bir tahminimi belirteyim; Çok telefonla konuşmak kör noktaları artırıyor.