“Laiklik konusu gündeme gelince halk dindar olmaktan yana tavır alır ama uygulamada herkes laik yaşamak ister” demişti eski ve deneyimli bir devlet adamımız bir görüşmemiz sırasında. Çok haklıydı. Bu gün bunu daha net anlıyorum. Halk kürtaj meselesinde inançlarından dolayı kürtaja karşı bir tavırda görünüyor ama hemen herkes gerek duyduğunda çocuk aldırmıştır.
Kürtaj konusuna şimdiye kadar girmedim değerli yorumcularımızdan da bu yönde yorumlar gelmedi. Bende kürtaj konusunda yazmayı düşünmüyorum ama kürtaj vesilesi ile konu laikliğe geldi, yine laiklik tartışmaya başladık. Bundan sonra da daha yoğun tartışacağız galiba… En azından Anayasa dolayısı ile tartışacağız.
Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ’ın Anayasa’dan Diyanet’le ilgili 136’ıncı maddedeki laiklik ilkesinin çıkarılmasını önermesi ve Diyanet İşleri Başkanı’nın sanki kürtaj yeni bir konuymuş gibi birdenbire yada iktidara destek verme amaçlı kürtaj için “Haram ve cinayettir” demesi laiklik tartışmalarını tekrar ateşledi. Muhalefet bunu laikliğin içinin boşaltılması olarak yorumladı. Laiklik belki bu gün gündemin ilk sırasında değil ama ilk fırsatta gündemin en tepesine oturacaktır.
Laiklik bizde Avrupa ülkelerinde olduğu gibi çok sıkıntılı bir süreç sonunda ve toplum desteği ile kabul edilmedi. Mustafa Kemal Atatürk’ün uzak görüşlülüğü sayesinde gündemimize geldi. Belki de bu yüzden toplum yeterince kıymetini kavrayamadı. Ancak, Avrupa Ülkeleri bu konuda geçmişte çok sıkıntı çektiler bu nedenle de şimdi rahatlar. Cennetten yer satma, engizisyon işkenceleri, günah çıkarma, aforoz yetkisi, ruhban sınıfının maddi ve manevi gücü gibi din kurumuna ait yetki ve etkiler Avrupa’da laikliği zorunlu ve kalıcı kıldı.
Laiklik konusunun toplum tarafından hazmedildiğini düşünüyorum. Toplumun laiklikle ilgili bir derdi yok. Ancak, toplumda az da olsa iki taraftan da bu konuyu dert eden kimseler var. Sesleri o kadar çok çıkıyor ki herkes bu gereksiz tartışmaya girmek zorunda kalıyor ve yine gereksiz yere gerginlik yaşıyoruz.
Geçen yıl “Müslüman Zihinler” adı ile bir kitabı Türkçeye çevrilip yayınlanan Pakistan asıllı sosyolog Riaz Hassan’ın 2010’da Hürriyet’e verdiği demeçte ilginç tespitleri var;
“Araştırmalarım din ile politikanın ayrı tutulduğu ülkelerde dini kurumların daha saygın olduğunu gösteriyor. İslami partiler ve ulema için bence bunda büyük bir mesaj var”
“Bütün Arap Ülkeleri toplamının bilimsel üretimi, İsrail’in tek başına üretiminin altında. Bu problem Türkiye gibi ülkelerde ele alınıyor ama diğer Müslüman ülke halklarının da bu durumu acilen düzeltmeleri gerekiyor”
“Müslümanlar Hz. Peygamber’in ilk karısı Hz. Hatice’yi örnek alsalar, kadınların pozisyonları sadece erkeklere eşit olmakla kalmaz, aynı zamanda onlardan üstün olurdu. Hz. Hatice başarılı bir iş kadınıydı”
Riaz Hassan gibi çağdaş Müslümanların referansı Türkiye. Türkiye’de ise bir grup illa Ortadoğu’yu esas alma peşinde… Ne diyelim?
Tekrar laikliği tartışacağız ama bu tartışmalar sonucu farklı İslami anlayışlar doğma ihtimalini de belirtmek gerek. Çünkü siyasi duygusallığımızla tartışıyoruz.
Aslında laikliği tartışmaktan çok uygulamasını becerebilmeliyiz.