Bir çiftlik evinin ihtişamlı beyaz kapısının eşiğinde başlıyor hikâye..
Güneşli bir gün, dalları çıplak olduğuna göre bahçedeki ağaçların, sonbahar olmalı mevsim. İkindi vaktidir ihtimal, gölgesi kapıya yaslanıyor adamın..
Bob Ross sağ olsaydı ‘Kim bilir belki şurada gerçeğin peşinde koşan cesur bir gazeteci vardır, ha ne dersiniz?’ derdi kesin.
Biraz prusya mavisi, az da titanyum beyazı..
Mikrofon elinde, tıklatıyor kapıyı adam: ‘Sayın Bezmenler’ diyor.. ‘Lütfen açar mısınız efendim kapıyı.’ her zamanki beyefendiliğiyle.. Devam ediyor sonra.
‘Türkiye’den getirdiğiniz paralarla belki bir bardak su ikram edersiniz bize..’
5 N’den ikisi parlıyor.. Yer Türkiye’de değil, kapısı çalınan evin sahibi de tarihi eser kaçakçısı Halil Bezmen’den başkası değil.
Hikâyenin kalan kısmı kot farkıyla eve nazaran daha alçakta konumlanmış arazide gerçekleşiyor. Taş merdivenlerden bir cengâver açmış kanatlarını söylenerek araziye iniyor..
‘Bizim resmimizi yeteri kadar Türkiye’de çektin.. Burada da çektin.. Kaçakçı başı da yaptın bizi, size yakışıyor mu?’
‘Peki’ diyor gazeteci.. ‘Değilseniz bize söyleyin aynen yayınlayalım. Bu ev nasıl alındı?’
Kitabını yazmış zira gazeteci o evin.. Haksız edinilmiş servetin.. Çıkarıldığı mahkemede ‘Evet, devleti kazıkladım.’ diyen haramzadenin..
‘Evi mevi boş verin siz, beni Türkiye’de kaçakçı başı yapmaya utanmadınız mı?’ diye mukabele eden cengâver, üç beş saniye sonra gelen aynı soruya ‘Benim sorunum değil, ben bilemem. Ben çalışıyorum.’ diyor..
Sonra bir anda yay gibi gerip sol kanadını, kameraya akın ediyor. Sonra gazeteciye..
İşte orada alıyor kalemi eline şair:
‘Bana bak, vurma..’ diye başlıyor sökün etmiş kelimeleri raks ettirdiği şiirine; gurbet elde olma hasebiyle Nazım olup başladığı dizelere, Neyzen Tevfik olarak devam ediyor..
‘Sana su veren itfaiyenin hortumunu..’ diyor. ‘Alemin bağ-zârını, sümbül ü verd ü nârını..’ diyor. ‘Devr-i devranını, izzet-i nefsini..’ diyor. ‘Sâgar-ı naşvedarını..’ diyor.
Ahmed Arif oluyor son düzlükte şair; hıncahınç, soluk soluğa, birazdan ‘hayın’ yazacakmış gibi kâğıda..
Ceketinin düğmelerini iliğinden çıkarmaya lüzum görmüyor yazarken ama, bırakmıyor sağ elindeki mikrofonu, saçları bile bozulmuyor.. Bir tek renkli kravatı nizami biçimde ceketin önüne süzülüyor son noktayı koyup ‘hadi yürü şimdi.’ dediğinde.
Nefsi müdafaa kuralları çerçevesinde; kamerayı, kameramanı, gazetecilik şerefini, milletin hakkını savunuyor hülasa şair bu şiirinde..
Demişim, bir sene önce; Gökmen Ulu’nun hazırladığı o çok konuşulan Olağanüstü Bir Hayat belgeselini izleyince..
Akıl sağlığını zorlayacak işler oldu geçtiğimiz bir sene içinde.
Nesli tükenmek üzere olanları bir kenara ayırırsak, deli numarası yaptı gazeteciler. Elleri ceplerinde havaya bakarak ıslık çaldı gazeteler. Memleketin en büyük keman virtüözünün yoksulluktan intihar ettiği gün 12 milyon emekliye müjde verdi manşetler.
Manşetler: ‘Bunca iddiaya cevap verecek bir Allah’ın kulu yok mu kardeşim ?’ diyemediler.
15 yıldır tazminatı ödenmeyen madenciler Ankara’ya giremedi ama, manşetler: Gaz rezervi, altın rezervi müjdeleri verdiler.
Gençlik, kapağı Avrupa’ya atmak için çırpınırken, gençlik Boğaziçi’nin kapısında süründürülürken, atama beklerken gençlik, harçlık dilenirken anasından / babasından..
‘Ufku samanyolu galaksisi kadar geniş, çalışkan gençlerle uçan arabada da dünya liderliğine oynayacağız.’ dedi, Sanayi ve Teknoloji Bakanı.
Manşetler: Umut bitti umut, gençlik ekmek derdinde. Ne arabası, ne uçması ?
Diyemedi.
Milli Mücadeleyle çıktığı Lozan’da postalını masaya koyup, bağımsızlığımızı uluslararası karara bağlatan İsmet Paşa’yı; diplomasisini, satrancını, antlaşmasını beğenmeyen.
‘Geçmişteki anlaşmaları büyük başarı öyküsü diye ders kitaplarında ilkokulda anlatmaya çalıştılar bizlere ama maalesef işte görüyoruz.’
Diyen Dışişleri Bakanı’nın Suudi Arabistanlı mevkidaşıyla yaptığı görüşmede arkasına Türk bayrağını alamadığını, kevgire dönen sınırlarımızı da gazete manşetlerine / televizyon programlarına taşıyamadılar.
Hülasa:
Konuşması gereken herkesin sustuğu, masanın altına saklandığı, işitme problemi yaşadığı, lâl olduğu şu dönemde;
Kolları yeniden sıvadı, bir çınar.
Tele 1 ekranlarında kaldığı yerden, yeniden başlıyor Demokrasi Arenası.
Yine işin mutfağında mesleğe yıllarını vermiş, rating rekorları kıran Halk Arenası’ndan, Demokrasi Arenası’ndan beri kamera arkasının başında olan, usta gazeteci Atillâ Köprülüoğlu var. Yine binlerce katılımcı, yine milyonlarca izleyiciyle..
Tele 1 ekranlarında, kaldığı yerden;
Milletin hakkını savunmak için, halkın gerçeği öğrenme hakkı için, gazetecilik şerefi için, yaşanan şu karmaşada boğulan millete nefes olmak için..
Kolları sıvadı bir çınar.
‘Lütfen açar mısınız efendim kapıyı ?’ demek için.
Uğur Dündar.