Milli Mücadele önce işgalcilere karşı sonra da bitmiş olan mutlakiyet rejimine, saltanata karşı verilmiştir. Mustafa Kemal ve arkadaşları yeni kurdukları devlet konusunda özellikle 3 konuda çok hassasiyet göstermişlerdir.
1-Bağımsızlık; Bu konuda ki hassasiyeti ben özellikle Osmanlı’nın son dönemlerinde emperyal ülkelerin oyuncağı olmasına ve bunun yarattığı tepkiye bağlıyorum. Yöneticilerin hemen hepsi İngilizci, Almancı, Fransızcı veya Rus yanlısı idi. 1’inci Dünya Savaşı’nda Almanların tam olarak sömürgesi durumundaydık. Hatta Çanakkale Savaşı gibi çok hayati bir savaşta komutanımız Alman Liman Von Sanders’di ve üçyüzden fazla Alman Subayı savaşta bizim ordumuzda görev yapmıştı. Yani bağımsızlığı elden giden bir ülkenin kadrolarının kurdukları yeni devlette bağımsızlık konusunda hassas olmaları çok makuldü. Osmanlı, 1836’dan itibaren verdiği kapitülasyonlarla da zaten ekonomik yönden de bağımsızlığını yitirmişti.
2-Laiklik; Bu konuda ki hassasiyette yine bir yaşanmış gerekçeye dayanıyor sanırım. İslam ideolojik olarak yenilmişti ve o dönem en dip yaptığı yıllardı. Düşünebiliyor musunuz tekkelerde, dergahlarda kalanlar çoğunluk askerden kaçmak için buralarda bulunuyorlar ve nerede ise batakhane hayatı yaşıyorlardı. Hilafet ise kutsiyeti olan değil siyasetin özellikle de emperyallerin kontrolünde bir kurumdu. İslam, maalesef en sıkıntılı dönemini o günlerde yaşamıştı. Bu nedenle Laiklik konusunda hassas olan kurucular, Diyanet İşleri Başkanlığı ile din gibi önemli bir konuyu bilgisiz tekke ve zaviyelere bırakmayarak yeni, parçalı olmayan ve çağdaş bir İslam anlayışının doğuşuna sebep oldular. Türkiye hiç petrol kaynağı olmayan bir İslam ülkesi olmasına rağmen hem demokrasi hem de çağdaşlaşma konusunda gösterdiği başarı ile örnek durumda olmasının ana sebebi herkesin kabul ettiği gibi laiklik kurumudur.
3-Cumhuriyetçilik; Bu konuda kavramı şöyle kullanacağım. Cumhuriyetçilik ile Demokratlık aynı şeydir ama Cumhuriyetçiler halk yönetimi konusuna devlet kavramından yola çıkarak yaklaşırlar, demokratlar ise toplumu öne alırlar. Türkiye Cumhuriyeti’ni kuranlar Cumhuriyetçidirler çünkü, yüzyılların saltanatını devirmişler ve Cumhuriyeti kurmuşlardır. Başaramamaları halinde kendileri ve yakınlarının hayatlarına mal olacak bu konuda ki aşırı hassasiyetlerini de makul karşılamak kuruldu
gerekir.Sonuçta birkaç defa çok partili rejime geçmeye teşebbüs etmelerine rağmen bunu ancak 2’inci Dünya Savaşı sonrası koşullarında, 1946’da başardılar.
Düşünebiliyor musunuz, ne kadar zor, olağanüstü koşullar da Milli Mücadele yapılmış…
Bunları size hatırlatmaktaki amacım o yıllarda yaşananların bugünün koşullarında değerlendirilmesi, anakronizm yanlışına düşülmesi… Bir çok konu bugünün siyasi amaçları için kullanılıyor. Bunlardan biri de İskilipli Atıf Hoca konusu. Şimdi adı bir hastaneye verilmiş, heykeli yaptırılacakmış, adı yaşatılacakmış. İskilipli Atıf Hoca, Prof.Dr.Yaşar Nuri Öztürk tarafından ortaya konduğuna göre şapka devrimine karşı çıktığı için değil, Milli Mücadele de karşı saflarda yer aldığı için asılmıştır. Yani hain olduğu ve düşmanla işbirliği yaptığı için. Şapka devrimi davasından beraat etmiş, ancak, idam kararı Milli Mücadele de işgalcileri desteklediği için verilmiştir. Karar çok ağır, ancak tersi durumu da düşünün. Ayrıca Yaşar Nuri Hoca, İskilipli Hoca’yı İslami açıdan da yetersiz ve sapkın buluyor.
Durum böyle iken şimdi bu konuları gündeme getirmemizin, Cumhuriyete karşı düşmanlık yapmamızın ne yararı var? Bu konuyu gündeme getirenler Atıf Hoca çok iyiydi, ülkeye çok yararlı işler yaptı, asılması hataydı diyebiliyorlar mı?
Bu tür işleri yapanlar ne için yaparlar hiç düşündünüz mü?
Var mı faydası bugüne, topluma, devlete, İslama?
Bunlar geçmişi tedavi etme yerine tam deyimi ile yarayı kaşımak değil mi?