Mimarinin bir toplum için ne kadar önemli olduğunu çok önemsediğimi bu satırlarda zaman zaman yazar, sizlerle paylaşırım. Mimari bir toplumun kalkınmışlık, gelişmişlik seviyesini gösterir. Sizi gözleri bağlı herhangi bir ülkeye bıraksalar büyük ihtimalle nerede olduğunuzu sadece mimariye bakarak anlayabilirsiniz. En azından hangi kıtada olduğunuzu, hangi uygarlığa ait bir ülkede olduğunuzu bilirsiniz. Mimari kimliktir… Piyasaya yeni çıkan “Sinan Çağı” isimli bir eser var. Henüz alıp okumadım ama bir gazetede yazarı ile bir röportaj vardı, orada “adap normları” veya “adap kodları”ndan bahsediyordu. Bir anlamda eski ile birikerek gelenle çağdaşı birleştirmek ve yaratıcılık katarak yeni bir şeyler oluşturmak. Gerçekten de buna ihtiyaç var. Aslında her alanda gerek var ama konumuz mimari. Kitabı okuduğumda paylaşırım sizlerle…
Açıldığından beri fırsat bulup gidememiştim, geçen hafta Cuma namazını kılmak üzere Ankara’nın “VİP” veya “protokol” camii denilen Ahmet Hamdi Haseki Camisine gittim. Merak ediyordum nasıl bir mimari olduğunu. Dışardan görüntü fena değildi ama sadece bir tarafından gelip-geçerken görmüştüm. Gördüğüm kadarı ile camiyi beğenmemek pek mümkün değil ama mimari üslubu beğenmedim. Camide 2000’e yakın kapalı oto park yeri mevcutmuş, 450 abdesthane, 80 tuvalet varmış, giriş-çıkışlar ferah. Engelliler de düşünülmüş. Bunlar güzel de caminin ana çizgilerinde bir kimlik-kişilik yok. Şunu demek istiyorum; Selçuklu dönemine ait bir mimari eserini şıp diye anlarsınız, Osmanlı dönemine ait bir eseri şıp diye anlarsınız ama bu “Çağdaş” eserin hangi döneme ait olduğunu teknoloji kullanımı olmasa anlamak mümkün değil. (Yürüyen merdivenler, elektrikli panolar, asansörler gibi teknoloji kullanımı) Biraz Osmanlı, biraz Arap mimarisi, biraz teknoloji ile birleştirilmiş kimliksiz-kişiliksiz bir şey ortaya çıkmış… “Adap normu” veya “adap kodu” kavramı burada çalışmamış yani…
Kısaca şu; Mimaride Osmanlı, Selçuklu dönemleri ayırt ediyoruz ama hala bir Cumhuriyet dönemi mimarisi oluşturamadık. Cumhuriyet mimarisi oluşturduğumuz zaman uygarlık yarışında iddialı hale gelmiş oluruz.
***
Yüksek Seçim Kurulu seçim takvimini belirlemedi ama kamudan aday olacakların 1 Aralık 2013’e kadar istifalarını istedi. Bu arada net bir şey yok fakat ağırlıklı bir görüş belediye başkanlıklarına aday olacak bakanların istifa etmelerine gerek olmadığı şeklinde. Gerekçe de, geçmişte Melih Gökçek’in de milletvekili iken istifa etmeden aday olması.
Ben bunu pek ahlaki veya etik bulmadım. Milletvekilleri biliyorsunuz yasama görevi yaparlar, idari yetkileri yoktur. Fakat bakanlar idari yetkilere haizdirler. Onların istifa etmemeleri milletvekilleri ile bir tutulur mu? Hakikaten şaşırdım. Düşünebiliyor musunuz, Örneğin Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım İzmir’den Büyükşehir Belediye Başkanlığı’na aday olacak, her türlü devlet ve özellikle bakanlık imkanı elinde olacak ve diğer adaylarla yarışacak ve bu da adil olacak, hukuki olacak…
Gerçekten çok bariz bir garabet ve adaletsizlik var ama böyle olmasına rağmen hala bakanların istifasına gerek yok yorumları yapılabiliyor…
***
Biliyorsunuz bir geçen dönem milletvekili, “Türklüğümden bir fayda görmedim” diye bir laf etmiş. Hangi koşullarda söylenmiş bilmiyorum ama andımızın kaldırıldığı bu ortamda hakikaten üzüldüm. Biz nasıl bir toplum olduk böyle anlamak mümkün değil. Ben Türk Toplumuna ne fayda sağladım, diyeceğine ne diyor… Bakış bu ise, Müslümanlıkta faydalı değil, insanlıkta… Faydasını görmemize göre kimlik oluşturacak isek şu sıralar ne olmak gerektiğini herkes biliyor… Şu sıralar en getirisi bol yatırım aracı neci olmak?