Farkında mısınız, geçen haftanın son birkaç günü terör ve siyaset açısından biraz sakin geçti. (Gerçi TBMM Başkanı Çiçek’in “Muhtırası”, Davutoğlu’nun “mülteci kampı” skandalı, Türkiye’nin ot-saman ithalatı rezaleti ve son olarak CIA Başkanı’nın ani Türkiye ziyareti var ama “es” geçiyorum) Sükunette Zafer haftasının payı da var mutlaka. Bu hafta başı biraz nefes alalım. Sürekli gerginlik, sürekli tartışma hepimizi yoruyor. Son günlerde e-dergahta ki üslupta bunun göstergesiydi. Nerede ise yapıcı hiçbir şey yoktu, sadece kırıcı, hakaretamiz yorumlar… Biraz tansiyonu düşürmeliyiz. Birbirimizi tanımıyorsak ta biz sonuçta bir şeyleri paylaşan kişileriz, gerginliği gereğinden fazla yükseltmemiz hepimizin zararına... Aslında geçen hafta yazdığım konulardan Diyanet İşleri Başkanı Görmez’in cami mimarisine ilişkin sözlerini -her ne kadar kendisi siyasi yönüyle ele almışsa da- biz daha aklı selim değerlendirebilirdik. Üstelik geçen hafta Venedik Mimarlık Bienali başlamıştı. Gidenlerin yazdıklarından öğrendiğime göre uygarlığın ve teknolojinin evrilişi konusunda müthiş bir bakış açısı kazandırıyormuş.
Mimarlık çok anladığım bir konu değil, ama ilgimi çeken bir konu. Çünkü, önemli bir konu. Bana göre mimarlık uygarlık seviyesinin bir göstergesi. Bir toplum mimaride ileri gitmişse mutlaka uygardır, diğer alanlarda da ilerlemiştir. Zira, mimari, teknolojideki yenilikleri, yaşam anlayışındaki değişimleri hemen yansıtan, yansıtması gereken bir alan. Bir az zenginleştiniz mi, işinizi büyüttünüz mü hemen yaşadığınız ve çalıştığınız mekanı değiştirmeye, geliştirmeye kalkarsınız. Herkesin aklının bir tarafında veya gönlünde mutlaka yaşadığı ve çalıştığı yerle ilgili bir hayal vardır. “Param olunca 2 dönüm yeşil alana şöyle iki katlı, verandası da olan bir ev yaptıracağım” Peki, hayalinizdeki evi somutlaştırabilir misiniz? Çoğumuz buna olumsuz cevap veririz. Çünkü, hayallerimiz mimari bilgiden uzaktadır…
Biz cami mimarisinde cumhuriyet döneminde pek başarılı değildik, doğru ama aslında genel olarak mimaride de başarılı değildik. Dolayısı ile sanki mimaride şaheserler yaratmış da cami mimarisini ihmal etmiş gibi şikayet etmemize, bunu siyasileştirmemize gerek yoktu. Mimar Sinan sonrası dünya çapında bir mimarımız olmadı. Kentlerimizde göze çarpan mimari çok arkaik bir görünüm ve unsurlar içeriyor. Övünecek yanı yok. Fakat, inşaat ve mimari ile çok ilgiliyiz. Yılların göçebe toplumu olarak acısını çıkarırcasına sürekli servetlerimizi ev yapımına ayırıyoruz. Ama hala Ankara veya Safranbolu evleri gibi bir tarz yakalayamadık. Kooperatif mantığı ve yoksulluğun da payı var tabi ki…
Sanırım geçmişte bir kitabını tanıttığım Alain de Botton’un en sevdiğim kitabı “Mutluluğun Mimarisi” adlı eseridir. “Mutluluğun Mimarisi”nde Botton, mimarlığın önemini, gelişimini, garipliklerini, psikolojik ve teknik yönlerini, farklı ülkelerden örneklerle çok güzel anlatır. Mimaride ki estetik anlayışın abartılması, sonra teknik kaygıların öne geçmesi, yeniliklerin getirdiği komiklikleri hiç sıkılmadan okuyabilirsiniz. Örneğin, ünlü mimar Le Corbusier’ye yaptırdıkları evleri yüzünden çocukları hastalanan, paraları ile rezil olan ailenin trajı-komik öyküsü çok ilginizi çekecektir.
Mimarlık artık çok detaylı ve farklı alanlara ait bilgiler gerektiren bir iş oldu. Aydınlatmayı, ısıtmayı, izolasyonu, tüm malzemeleri, gelişen teknolojiyi, farklı malzemelerin uyumunu, yaşamın taleplerini çok iyi düşünmeli ve uygulamalısınız. Eskiden derlerdi ama artık hiçbir mimar, “Ben böyle tasarladım, detayını siz yapın, uygulayın” deme lüksüne sahip değil, malzemelerin nasıl kullanılacağını da, birbirleri ile fiziki ve estetik uyumlarını da bilmek zorunda. Zaten iç mimarlık branşı da bayağı bir mesafe aldı. Mimarlık artık bir ekip çalışması gerektiriyor.
Mimarlık, insan fıtratı, beklentileri, toplumun anlayışı, gelenekleri, felsefesi ve teknolojik gelişmişlik durumunu en iyi yansıtan bir ayna… Eğer, hoşlanır, ilginizi çekerse zaman zaman mimarlık konularında da yazışabiliriz.