17 Aralık operasyonunun ağır havası yavaş yavaş kalkıyor.
Toz dumanda görülmeyenler giderek daha da netleşmeye başladı.
İktidar Partisine yönelik en ağır itham, "Yolsuzluk yapmak ve yapılan yolsuzluklara göz yummak. "
Bu iddialar; çekilen görüntüler, içeriye atılan bakan çocukları ve çeşitli dinleme tape kayıtlarıyla kamuoyunda bir ölçüde ses getiriyor.
İktidar unsurlarının, "Mahkeme hükmü olmadan herkes suçsuzdur." itirazına, muhalefet cephesi, "Mahkeme mi bıraktınız?" yanıtını yapıştırıyor.
Doğrusu; çıplak gözle bakıldığında, muhalefet cephesinin eli daha güçlü görünüyor.
Ortada paralar, kasalar ve tutuklanan bakan çocukları var.
Ve yine muhalefet için kullanmaya elverişli bir de siyasi iklim var.
Hükümet, en yakınından saldırıya uğrarken, diğer yandan muhalefet, rüyada dahi anlaşamayacağı bir yapı ile hem medya, hem de oy verme noktasında el sıkışmış görünüyor.
Tüm bunların üstüne CHP'nin, Ankara ve İstanbul adaylarını geçmiş yıllara oranla daha güçlü isimlerden seçmesi, sanırım CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu'na en keyifli olduğu dönemi yaşatıyordur.
Bu seçim, partilerin oy oranlarını arttırma seçimi değil, Ankara ve İstanbul'u alma seçimidir.
Yukarıda aktarmaya çalıştığım fotoğraf; siyasetin, daha doğrusu, siyaseten hangi unsurlar kullanmaya müsait ise, muhalefetin o kadrajı vitrine koyduğu manzaradır.
Etik olmasa bile siyaseten anlaşılır bir durum ama ideolojik saplantısı olmayan, gerçeği arayan bir seçmenin, siyasetin bu klasik bakış açısının dışında bir perspektifle değerlendirme yapması gerektiğini düşünüyorum.
Muhalefet, "İktidar nasıl gidersen gitsin!" diyebilir ama seçmenin, daha önce oy verdiği iktidar partisinin neden ve hangi şartlarda gitmesi gerektiğini bilmesi gerekir.
Birbirimize rol yapmayalım;
Şartlar olağanüstü olmasaydı, ilgili hakim ve savcıların görevden alınması doğru olmazdı ama siyasetin ucundan kıyısından bilgisi olan bir kişinin, iktidar partisine organize bir tuzak kurulduğunu görmemesi mümkün değil.
Suçüstü yapmayan savcılar, Uyap'a girilmeyen dosyalar, mahkeme yerine basınla paylaşılan görüntüler ve izinsiz yapılan dinlemeler size olağanüstü bir durumu göstermiyor mu?
Tüm bunlara yanıtınız, "Ama kutudan paralar çıktı" ise, eksik bir doğru ile gerçeğe eziyet etmiş olmuyor musunuz?
Gelin şu konuda anlaşalım;
Nerede hırsız varsa, hesap sormayan namert olsun.
Olsun ama "Kutu kutu derken, Pandora’nın Kutusu’nu" ısrarla görmeyenlere hangi sıfatı bulalım?
Çok ayıp
Film galalarında içimi acıtan bir görüntü var. Filmini görücüye çıkaran oyuncular ip gibi diziliyor ve magazin muhabirleri, 1 yıl önce kimsenin tanımadığı başrol oyuncusuna mikrofon uzatıyor. Hemen yanında yılların karakter oyuncusu gülerek, iştahla sıranın kendisine gelmesini beklerken, muhabir, "Nereden çıktı bu uzaylı" edasında, sıra atlayıp, gazete sayfalarında biraz görünür olan bir bayana mikrofon uzatıyor.
O yılların karakter oyuncusunun can sıkıntısı gözlerinden okunurken, uç beş kişinin tanıdığı magazin sanatçısı ballandıra ballandıra eskittiği sevgililerini anlatıyor.
İzleyiciye, sanatçıya bu kadar aleni hakaret etmeyi nasıl ve hangi gerekçeyle göze alıyorlar, anlamıyorum!
Sağlam bir nedeni olmalı!
*Bu yazı Talat Atilla’nın Güneş Gazetesi’ndeki köşesinden alınmıştır…