Yakın tarihimiz, ana muhalefet liderinin kasetle değiştirildiğine tanık oldu.
Türk siyasetinin iki numarası, tek kasetle evine gönderildi.
Baykal’ın kasetle gidişine gösterilen toplumsal kabulleniş, illegal dinleme yapanları cesaretlendirdi.
İşe yaradığı görülmüştü.
Tak fişi, bitir işi!
Toplum mühendisliğinin tek bir fişe bağlı olduğu görüldükten sonra, cihazlara takılan fiş sayısının artması doğal bir durumdu.
Her yerimizin dinleme fişi ile dolması, bu yüzden hiç kimseyi şaşırtmadı.
Başbakan Erdoğan’ın dublajdan ziyade montaj olma ihtimali yüksek illegal kayıtlarından siyasi sonuç çıkarmak isteyen siyasetçi ve gazetecileri anlasam bile bu duruşu makul bulmuyorum.
Pusu geleneğini meşrulaştıracak her olguyu reddediyorum.
Ne yani, en çok oyu alan değil, rakibinin açığını yayınlayan mı iktidar olacak?
Bu mu istenen?
Bugün alkışlanan illegal dinleme, yârın, alkışlayanların kendilerini vurursa, nasıl bir savunma geliştireceklerini merak ediyorum.
Üstelik, on binlerce kişinin kayıt altına alındığı, belki de bu on binlerce kişiden birisinin, kendileri olma ihtimali yüksek olmasına rağmen…
İllegal ses kayıtlarına muhalefetin bu kadar sarılmasının psikolojik bir zemini olduğunu düşünüyorum.
Muhalefet partileri, halkı kendisine oy vermeye ikna için siyaset üretmek, terlemek fikrinden hoşlanmıyor.
En azından iktidar partisi kadar çalışmıyorlar.
Muhalefeti bu yönleriyle, çalışmadan zengin olmak isteyen hovarda insanlara benzetiyorum.
Oturduğum apartmanda her siyasi görüşten insan yaşar.
10 senedir seçim dönemlerinde, iktidar partisine mensup bayanlar dışında, her hangi bir partinin kapı zili çaldığına, hatır sorduğuna, hiçbir apartman sakini şahit olmadı.
Kendisini severim ama geçmişe ait Deniz Baykal’la ilgili bir haber gözümün önünde.
Seçim günü yakın dostlarıyla mangal partisi yaparken, Başbakan Erdoğan çalışıyordu.
Hakkını yemeyelim; CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu çalışkan bir genel başkan ama yardımcıları, çalışmaktan nefret ediyor.
Kamuoyu, MHP Lideri Bahçeli’yi de potansiyelinin altında çalışan bir lider olarak görüyor.
Muhalefet partileri, Galata Köprüsü’nde olta ile balık tutmaya çalışan emekli bir vatandaş gibi davranıyor; Ya tutarsam!
Ak Parti’nin eleştirilmeye layık birçok icraatı varken, muhalefet; ya toplumun tolere edemeyeceği noktaya, ya da iktidarın, en azından kendi seçmeni tarafından haklı olduğunu düşündüğü unsurlara ateş etmekten vazgeçmiyor.
Sokaktaki kaç insanın hafızasında muhalefetin bayraklaşan çözüm önerisi var?
Tüm yazdıklarımı karbon testine sokacak bir sorum var;
Siz; CHP ve MHP’den, gürül gürül, içselleştirmiş, “Tek başımıza iktidara geleceğiz.” sözünü hiç işittiniz mi?
Muhalefet, bırakın demeç vermeyi, “İktidara geliyoruz” sözlerini, kendi arasında bile fısıldayamıyor.
Mustafa Sarıgül’ü kısmen büyüten, “Ben geliyorum!” sözleridir.
Yağmasa bile gürlüyor!
Millet, yağmayacağını bildiği halde gürleme sesine bile kayıtsız kalamıyor!
Ankara muhalefeti, iktidarın yanlışlarından beslendiği sürece, iktidar yüzü göremez.
Muhalefet, muhalefet etmenin konforuna alışmış görünüyor.
Sıfır sorumluluk… Sıfır endişe…
Güzel hayat!
Bu nasıl siyaset?
CHP, Mansur Yavaş’ı aday yapmak için aylarca kapısında yattı.
Yavaş’a, “CHP, eski CHP değil. İçimizde onlarca sağ kökenli vekil var. Ayrıca sen yine ülkücü olarak kal.” gibi onlarca sözlerin yanında, sağ kesimin manevi önderleri ve ülkücülerin bir bölümü, “CHP’den aday ol.” baskısında bulundu.
Tüm bu süreçlerin sonunda, CHP’den aday olan Mansur Yavaş’ı, CHP içindeki bir yapı provoke etmeye başladı.
Yavaş’ın meclis üyeliği için yazdığı isimlerin neredeyse hiç biri listeye konulmadı.
Bu tavır, ayıp kelimesi ile bile izah edilemez.
CHP, Mansur Yavaş’ın isim hakkına mı, birikimine mi talip oldu?
Yavaş, onuruna çok düşkün bir siyasetçidir.
CHP, bu yanlışını düzeltmezse, yanıtının çok sert olacağını düşünüyorum!
*Bu Yazı Talat Atilla’nın Güneş Gazetesi’ndeki köşesinden alınmıştır…