17 Aralık operasyonu ile başlayan süreç, toplum refleksleri açısından iyi dizayn edilmiş bir kalkışma.
Para görüntüleri, kasalar, telefon kayıtları, Bakan çocukları ve finalde Başbakan’ın oğlu Bilal Erdoğan’a kadar uzanmak isteyen profesyonel bir zeka olduğu ortada.
Siyasetin doğasında, “İşine yarayanı görme.” güdüsü olduğu için, muhalefetin, operasyonun arka planını bilmiyormuş gibi yapması etik olmasa da anlaşılır bir vaziyet.
Anlamakta zorlanılan, gazeteci ve iş dünyasının gerçeklere yüz dönmesi.
Militan gazetecilik yapanların, Nedim Şener’in durduğu noktayı izlemelerini öneririm.
Şener; geçmişte de, bugün de, istikrarlı bir gazetecilik yapıyor.
Dün, ünlü hukukçu Sabih Kanadoğlu’nun, bana söylediği, “17 Aralık operasyonunda etik olmayan unsurlar var. Mahremiyet karinesi çiğnendi.” kelimelerini bu sütundan aktarmıştım.
Gün boyu telefonlarım susmadı.
Kanadoğlu’nun durduğu zemin belli.
Tavizsiz bir ulusalcı ve hukuk adamı.
Sezar’ın hakkını Sezar’a vermesi, Kanadoğlu’nun çizgisini bozmadığı gibi, kendisine tereddütle bakan kesimlerde dahi sempatiyle karşılandı.
Birbirimizi aldatmayalım;
İktidar partisinin seçimle gitmeyeceğini anlayan muhalefet cephesi; operasyonların niyeti, etik olup-olmadığı, masumiyet karinesi gibi olguların hiç birisiyle ilgili değil.
Tek istekleri; Hükümet gitsin de, nasıl giderse gitsin!
Bu muhalefet cephesine kötü bir haberim var;
Hükümet gitmediği gibi, birkaç çizikle süreci atlatacak.
CHP, MHP ve hükümet karşıtı medya, kamuoyuna karşı, Sabih Kanadoğlu ve Nedim Şener kadar objektif bir duruş sergileseydi, iktidar partisi çok zorlanırdı.
Yani, muhalefet;
“Evet bir bürokratın evinden milyon dolar çıkması, bakan oğlunun evinde 7 kasa çıkması yanlıştır ama bu operasyonları yapanlar, zanlılara suçüstü yapmayarak, Uyap’a kayıt girmeyerek, masumiyet karinesini çiğneyerek, yıllarca uygun zamanı bekleyerek de yanlış yapmıştır.” diyebilseydi, hükümet karşı siyaset üretmekte zorlanabilirdi.
Muhalefet cephesinin bilerek sırt döndüğü olgulara, iktidar partisinden yorgunluk duyan, belki de bir daha oy vermeyi düşünmeyecek kitleler bile sahip çıkmaya başladı.
İktidar partisi açısından ise, yolsuzluğa bulaşan tüm unsurları bünyesinden çok hızlı bir şekilde tasfiye etmesi, partinin ve Türkiye’nin geleceği açısından zorunlu.
Türk siyaseti ve entelektüellerinin kronik bir problemi var;
Umut ettiklerini gerçek sanıyorlar.
Ankara ve İstanbul
Mustafa Sarıgül, aynen Cem Uzan tarzı siyaset yapıyor.
Konuşmaları hap gibi.
Her hastaya ayrı reçetesi var.
İçine cin girmiş hastaya Fatiha, günah çıkarmak isteyene elinde mum hazır bekliyor.
Tarihe not düşeyim;
Bu operasyonların öncesinde Mustafa Sarıgül’ün İstanbul’u alma ihtimali oldukça kuvvetliydi ama 17 Aralık operasyonu ile ideallerini resetlemiş dinamik bir Ak Parti seçmeni var karşısında.
Sarıgül’ün artık İstanbul’u alması çok zor.
Ankara ile ilgili kafam karışık.
CHP, Mansur Yavaş’la Ankara’da tarihinde alabileceği en yüksek oyu alacak gibi görünüyor ama bu başarı koltuğa oturmasına yetecek mi, bilemiyorum.
Yavaş’a karşı CHP içinden ve dışından gelen saldırılar siyasi nezaket sınırlarını aşacak düzeye geldi.
Bu durum, seçmende Yavaş’ı koruma güdüsünü büyütebilir.
Melih Gökçek halen çok güçlü ama hakkında, “Geriye çekilecek, Babacan ya da Numan Kurtulmuş Ankara adayı olacak.” söylentilerinin dolaşımda olması, Ak Parti tabanında dalgalanma yaptığı için seçmeni henüz kendi lehine kilitleyemedi.
İşin ilginç tarafı bu söylentileri çıkaranlar, Gökçek’in parti içi muhalifleri.
MHP Ankara adayı Prof. Dr. Mevlüt Karakaya tüm adaylar içinde en erken açıklanan, en çok çalışan, belki de en hırslı aday.
Şu aşamada öngörmek zor ama Karakaya’nın tahmin edilenden daha fazla oy alacağını, hatta kısa zaman sonra yarışa ortak olacağını iddia eden ciddi bir kitle de var.
İşin özü; Ankara fena halde karışık!
*Bu yazı Talat Atilla’nın Güneş Gazetesi’ndeki köşesinden alınmıştır…