NATO’nun Amaçları, Terör Yapılanmaları ve Eylemlerinin Organize Edilmesi
NATO’nun bireysel haklar, hukukun üstünlüğü, demokrasi, çoğulculuk, hürriyet vb. değerlerin yaşatılması temeli üzerine inşa edilen amaçlarının, hukuk dışı, şiddet yoluyla hedefte olan ya da hedefe giren kişilerin hayatına, vücut bütünlüğüne ve diğer bazı haklarına değişen ölçülerde zararlar veren, meşru bir hükümetin, yönetimin hukuk düzenine şiddet silahı ile karşı çıkan, onu hukuk harici yollarla yıkmayı ya da yıpratmayı amaçlayan, birçoğu başka ülkeler hesabına vekâlet savaşı adı altında yıkıcı eylemlerde bulunan terör örgütleri ve fiilleri ile ne oranda uyumlu olduğu meselesi, çok çelişik bir zeminde gündeme gelmektedir.
Terör Örgütü ve Eylemleri Meselesi
Burada terörizmin akademik bir tanımlamasını yapmayacağım. Zaten bu kavramın tanımlamasını yapanların da üzerinde mutabık kaldıkları bir tanımlama mevcut değildir. Bu vesileyle, terör örgütleri, terörizm ve terör eylemlerinin, hukuk, demokrasi, hürriyet ve insan hakları bağlamında bir tahlilini yapacağım.
Terörizm, nasıl tanımlanırsa tanımlansın, esasen hedef aldığı toplumların istikrarına ve orada yaşayan sıradan insanların, güven içinde yaşamalarına, barış ve huzuruna yönelik bir meydan okumadır. Terör eylemlerinin gerçekleştirildiği toplumlarda, eylemlerin yoğunluğu ve yaygınlığı oranında, hedef kitlelerin barış ve huzur içinde yaşamaları mümkün değildir.
Günümüzde terörizmin etkileri sadece hedef aldığı alan ve bölgelerle sınırlı değildir. İnternet, uydu yoluyla sağlanan iletişimler, yaygın sosyal medya ağı vb. yollarla haberlerin küresel ölçekte hızla yayıldığı çağımızda, terör olayları ile alakalı görüntü ve haberler bir anda milyarlarca insanın evlerine giriyor. Dünyanın her hangi bir yerinde gerçekleşen bir terör eyleminden, bazen birkaç saat, bazen de beş on dakika içinde insanların çok büyük ekseriyeti haberdar olabiliyor. Terör örgütleri bu görüntü ve haberlerin etkin gücünü bildikleri için, bunları mümkün mertebe kendi lehlerine yönlendirme yönünde yoğun çabalar sergiliyorlar.
Günümüz dünyasında, terör örgütlerinin birçoğu, müteharrik-i bizzat (bir başkasının yönlendirmesi olmaksızın, kendiliğinden) eylemlerde bulunmuyorlar. Bazı devletler, terör örgütlerini diğer ülkelere karşı kullanıp organize etmekte, her türlü desteği verebilmektedir. Bu yolla yapılan terör eylemlerine genellikle “vekâlet savaşları” adı verilmektedir.
Günümüzde çoğu terör eylemleri “vekâlet savaşları” şeklinde gerçekleştirilmektedir. Vekâlet savaşı kavramındaki “vekâlet” kelimesindeki hukukîlik izlenimi sizleri aldatmasın. Adında “vekâlet” kelimesi olsa da, eylemler bildiğiniz terör eylemleridir. Kesinlikle bunların hukukiliğinden ve masumiyetinden söz edilemez.
“Vekâlet savaşları”, aslında, geçmişte yapılan klasik savaş yöntemlerinde kısmi bir revizyon yapılarak, savaşların yöntem değiştirmesinden başka bir şey değildir.
Bir devlet, gözüne kestirdiği bir başka devletle doğrudan askerler, tanklar, uçaklar göndererek savaşmıyor; bu ülkeye karşı, ya bir terör örgütü oluşturuyor ya da mevcut terör örgütlerini paravan olarak kullanarak terör eylemlerini gerçekleştiriyor. Yani söz konusu devlet aslında o ülkeye karşı bu yolla savaşmış oluyor.
Devletlerin Terör Örgütleri İle Olan İlişki Türleri
Terör örgütleri ile devletler arasında çeşitli şekillerde ilişkiler olabilmektedir.
Terör örgütleri ile ilişkili olan bir devlet, bazen terör örgütlerinin arkasında görünmek istemeyebilmektedir. Ama olayların gidişatından bu destek ve ilişkileri görebilmek pek ala mümkün olabilmektedir.
Bazen yapılan resmi açıklamalarla, bir devletin gerçekte terör örgütleri ve eylemleri ile olan ilişkilerinin gizlenmesi amaçlanmaktadır. Resmi açıklamalarla bu ilişkiler gizlenmeye çalışılsa da, daha başka politika ve uygulamalarla bu ilişkiler bilinir hale gelebilmektedir. Batılı ülkelerin PKK ile olan ilişkilerinin bu şekilde olduğu söylenebilir. Bu ülkeler, PKK’yı terör listesinde gösterdikleri halde, fiiliyatta bu örgütle ilişkilerini sürdürmekte, bu örgüt mensuplarının ülkelerinde faaliyetlerine izin vermekte, hatta Türkiye’ye silah satarken, bu silahların PKK ile mücadelede kullanılmaması şartını bile ileri sürebilmektedirler.
Bazı kereler bir devlet, terör örgütleri ve eylemleri ile olan ilişkilerinin deşifre olması, kendi menfaatleri ya da savunduğu hukuk devleti, insan hakları, hürriyet, demokrasi gibi ilke ve değerlerle çeliştiği için, terörle olan ilişkilerinin gizli kalmasını ister.
Bazen fiiliyatta o kadar karmaşıklıklar yaşanmaktadır ki, zahirde yaşananlardan hareketle bazı devletlerle terör örgütleri arasındaki karmaşık ve çelişik görünümlü ilişkileri görebilmek aşırı derecede zorlaşabilmektedir. Bu bağlamda, bir devlet, bir başka devlette, hürriyet ve demokrasiyi getirmek adına kurtarıcı olarak yerleşmek (hakikatte işgal etmek) istediği zaman, önce bu ülkede kendisinin mutlak karşıtı, düşmanı olduğu görünümü verdiği terör örgütlerini kurdurmaktadır. Ortaya konulan düşman terör örgütü algısı öylesine yaygın ve güçlü olarak verilmektedir ki, bu terör örgütünü kurduran ülke ile terör örgütü arasındaki gizli ilişkilerin deşifre olması ya da varlığının iddia edilmesi, fiiliyatta oluşturulan yaygın algılarla çok açık şekilde çelişkili görünebilmektedir. Bu gizli ilişkilerin varlığını iddia eden kişilere “bu kadar saçma iddia olamaz, ilişkili olduğunu söylediğin devlet, bu örgütü yok etmeye çalışıyor” denebilmektedir. Oysa bu ülkeler, demokrasi, hukuk devleti, insan hakları, hürriyet gibi ilke ve değerlerle çelişme görüntüsü vermemek için, bu ilişkileri sıkı bir şekilde saklanmak yolunu tercih etmektedirler.
Bu bağlamda bir devlet, düşman görünümlü olarak kurdurduğu terör örgütünün şiddet eylemleri gerçekleştirmesi neticesinde hayatın cehenneme çevrildiği, yaşanamaz hale geldiği bir ülkeyi bu örgütün dehşetinden kurtarmak bahanesi ile o ülkeye yerleşmektedir. Bu yolla işgal tamamlandıktan sonra da, bu örgüt bir müddet sonra buhar olmakta veya bir başka işgal girişimi meşrulaştırmak için gizlenmekte ya da teröristler bir başka ülkeye nakledilmektedir.
Amerika’nın Irak’ta, Suriye’de yaptıkları bunun en bariz misalleridir.
Bu tür terör yapılanmaları ile devletler arasındaki çelişik ve karmaşık görülen ilişkilere misal olarak DEAŞ gösterilebilir. ABD, demokrasi ve hürriyet getirmek bahanesi ile Suriye ve Irak’a yerleşerek, bu ülkeleri bölüp parçalamak, istedikleri doğal kaynaklara hükmetmek, buralarda bulunmasını (işgalini) meşrulaştırmak için, DEAŞ terör örgütünü kurdurdu. DEAŞ, zahiren Amerika’ya düşman bir terör örgütüdür. Böyle bir görüntü veriliyor. Asıl maksat, bu terör örgütü ile mücadele etmek görüntüsü vererek, Suriye ve Irak’ı işgal etmek, buralardaki doğal kaynaklara hükmetmek, bu ülkeleri bölüp parçalamak, bunların iç barışların bozmaktır.
PYD/YPG kökleştiği ölçüde, DEAŞ pek görünmemekte, ihtiyaç hâsıl olduğunda birden DEAŞ ile mücadele dile getirilmektedir. ABD, Suriye’de kamyonlarla basının gözünün önünde DEAŞ militanlarını farklı yerlere nakletti. Bu nasıl düşmanlıksa. ABD, düşman olarak ilan ettiği ve kendisi ile savaştığı izlenimi verdiği DEAŞ’ı, Suriye ve Irak’tan Afganistan’a naklederek, Taliban Yönetimini kontrol etmeyi amaçlamaktadır. Bütün bu karmaşık ve çelişik görünümlü ilişkiler karşısında EL-Bûtî’nin, biraz sonra nakledeceğim sözünün ne kadar haklı olduğu görülmektedir.
Burada bir belirleme yapmak istiyorum. İster demokratik, isterse diktatörlük rejimleri olsun, devletlerin resmî olarak görünen, açıklanan, bilinen politika ve uygulamaları ile dünya kamuoyunun açık bilgilenmesinden gizlenen fiili politika ve uygulamaları çoğu kereler farklı olmaktadır. Tabiri caizse, devletler, görünen politika ve uygulamaları ile gizlenen politika ve uygulamalarında ikiyüzlü, üç yüzlü, beş yüzlü tutumlar sergileyebilmektedirler. Bunlar bilinmeksizin uygulanan politika ve uygulamaların mahiyeti ve içyüzü, gerçekliği bilinemez.
Bu belirlemeler bağlamında, resmin ayrıntısına, olayların birbirini tamamlayan yönlerine bakılarak bu gizlenmiş ilişkiler sezgi ve kanaat olarak tespit edilebiliyor. Bu ilişkiler çelişik ve gizli olduğu için, bu ilişkilerin tespiti mutlak kanaat olarak mümkün olamaz.
Hukuk devleti, insan hakları, demokrasi gibi ilke ve değerlerle çeliştiği için, bu ilke ve değerlerle çelişkili görüntü vermek istemeyen bu devletlerin, bu ilke ve değerleri benimsedikleri yönünde verdikleri algı ile çelişen terör ilişkilerini gizleme yönündeki uygulamalarını, 21.03.2013 günü Şam’daki İman Camiinde düzenlenen bombalı saldırı esnasında şehid edilen Şeyh Muhammed Said Ramazan El Bûtî şu cümle ile ifade etmiştir:
“Müslümanlar, Batılı ülkelerin politikalarına karşı etkili politikalar geliştirmek bir yana, onları çözmekten bile acizdirler”.
Dolayısıyla, özellikle Müslüman toplumlar, Batılı ülkelerle terör örgütleri ve eylemleri arasındaki ilişkileri çözme ve anlama noktasından aciz kalabilmektedirler.
Sosyal Darwinizm’le uyumlu olarak uygulanan politikalar kapsamında Batılı ülkelerle terör örgütleri arasındaki örtülü ya da açık ilişkiler bilinmeksizin milli ve milletlerarası ilişkilerde başarılı olabilmek ya da gerçek failleri tespit edebilmek mümkün değildir.
Bazen de devletler, terör örgütleri ile aleni olarak ilişkiler kurarak bazı amaçları gerçekleştirmek isterler. Amerika DEAŞ’a karşı savaşmak bahanesi altında, PKK’nın uzantısı ve onunla doğrudan ilişki ve işbirliği içinde olan PYD/YPG terör örgütünü kurdu. Bu örgüte onbinlerce TIR dolusu silah ve mühimmat yardımı yaptı, bu terör örgütünün devletleştirilmesi için ne gerekiyorsa, aleni olarak yapmaktan kaçınmadı. ABD ve Batılı ülkeler, FETÖ terör örgütünü, İran Hizbullah’ı aleni olarak desteklemekte ve himaye etmektedirler.
Bazı ülkeler, meşru gördüğü amaçlar için kurduğu terör örgütleri vasıtasıyla, esasen resmiyette terör örgütü olduğunu söylediği bazı terör örgütlerine lojistik destekler vererek, onu dolaylı olarak yönlendirebilmektedirler. Mesela ABD, PYD/YPG terör örgütü yoluyla, Türkiye’ye karşı yıkıcı faaliyetler yapan PKK’ya yönelik her türlü desteği vermekten imtina etmemektedir. Bu yardımları, resmi olarak terör örgütü olduğunu söylediği PKK’ya dolaylı olarak yapmaktadır. Burada, ABD’nin resmi beyanları ile fiiliyatta yaptıkları çelişmektedir.
Bazı kereler, küresel güçler, bir ülkede darbe yaparak demokrasiye son vermek, söz konusu ülkeyi çok yönlü istikrarsızlaştırmak için, hedef ülkede terör eylemlerini organize edebilmektedirler. Maksat, yapılması planlanan darbe zemininin olgunlaşması ve görünürde fiili bir meşruiyet sağlanması için zemin oluşturmak, toplumları darbeye mahkûm etmektir.
Türkiye’de 27 Mayıs 1960, 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 darbeleri ya da muhtıraları öncesinde yaşananlar bunun bariz misalleridir. Benzer vakalar, 1970’li, 1980’li, 1990’lı yıllarda Latin Amerika ve diğer bazı ülkelerde de yaşanmıştır.
Bazen de, terör örgütleri ile ilişkili olmayı, kendileri için HAK olarak gören bazı devletler, kendilerine rakip ya da hasım gördükleri bazı ülkeleri terör örgütleri ile ilişkili göstererek, onları itibarsızlaştırma, mümkünse savaş suçlusu olarak göstererek uluslararası mahkemelerde yargılama çabası içine girebilmektedirler. Türkiye’de MİT TIR’larındaki silahların terör örgütü EL-Nusra’ya gönderildiği yönünde oluşturulmak istenen algılarla bu amaçlanmaktadır. Burada, bazen aleni, bazen gizli olarak terörü destekleyen bir devlet, yanlış bir algı oluşturarak, Türkiye ile El-Nusra’nın ilişkili olduğu izlenimi vermek suretiyle, olmayan bir ilişkiyi var gibi göstererek Türkiye’nin itibarının lekelenmesini amaçlamaktadır.
Her ne kadar MİT TIR’ları olayı FETİ ihanet örgütü tarafından gerçekleştirildi ise de, harici güçler, içerideki bazı uzantıları (FETÖ’cü savcılar) vasıtasıyla bu işi yaptılar. Harici güçler FETÖ ihanet örgütünü bu işte MAŞA olarak kullanırken, içerdeki bazı siyasi kesimler de, ABD’nin bu amacına bilerek ya da bilmeyerek aleni bir şekilde katkı sağladılar.
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun, 2016 yılında yabancı basın kuruluşlarının Türkiye temsilcililerine yönelik söylediği “mevcut hükümetin El-Nusra’ya destek verdiğini hepimiz biliyoruz. Tüm dünya biliyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bile, El Nusra’nın, IŞİD’le mücadelesine destek verilmesi yönünde açıklaması oldu. Türkiye’nin Suriye’ye silah gönderdiğini artık bütün dünya biliyor. Karargâhı bir dönem Türkiye’deydi. Bizim bir milletvekilimiz, Hatay’da, onların kampına girmek istedi. Milletvekilimize izin vermediler çünkü orada silahlı eğitim veriliyordu” şeklindeki sözü, maalesef bu belirlemeyi güçlü bir şekilde teyid etmektedir.
Hülasa olarak belirtmek gerekirse, NATO’nun en büyük ve güçlü üyesi, hatta NATO’nun politikalarının belirlenmesinde en baskın şekilde etkili olan Amerika’nın terör örgütleri ve eylemleri ile bu kadar haşir-neşir olması, gizli ya da aleni olarak bu örgütlerle ilişkisini sürdürmesi, diğer NATO üyelerinin de bu genellikle bu ilişkileri desteklemeleri, NATO’nun resmi amaçları ile %100 çelişme arz etmektedir.