İç âlemiyle arası mesafeli olanlar için hoş vakit geçirme, madde üzerine kurulu bir düzenektir. Hep hareket halinde olmak ister onlar; göz önünde olmak isterler, aldıklarından bahsetmek, yediklerinden, içtiklerinden, izlediklerden dem hep.. Doyumunu sağlamak için içlerindeki derin çukurun, balçıkla sıvarlar ha bire etrafını, ortasını görmezden gelerek.
Yalnız ya da sabit kalmak hiç haz vermez, beden hareketi yavaşladıkça iç işleri meselesi kabarır, bir med - cezir’dir bu,
Ay bu işe hep tarafsız kalır.
Çekilen sularının altından peyda olan çöpler keyif vermediğinden, denizi hep cezir kıvamında kalsın ister insanoğlu.. Med; çekilmektir içine, suretine, asıl gerçeğine..
Salgın var şu sıra büyüdükçe ufalan dünya’da.. Kitap yazmaya heves edenler var, şiir yazmaya, mantı açmaya.. Saksıya fidesini dikip dalından domates koparmak isteyenler var temmuz ayında.
İçine çekilmiş memleketimin ekmek / geçim derdini bir tarafa koyabilirsen, bir de fevkalade sıkılma işleri bahis dört duvar arasında bu ara..
Şahsi iç işlerinin muazzam derinliğinden ürperen insanımın saçak altına sığınmış kırlangıç gibi şaşkınlığı var; korkusu var, ani rastlaşmanın verdiği tarifsiz kaygı var med’iyle, suretiyle, asıl kendiyle, içiyle..
Ancak bir kaç derin nefes çekimliği görürken kendini sabah mahmurluğuyla, bir de geceleri yatmadan hemen önce.. Şu sıra kendinden kaçacağı yeri kalmayan, köşesine sıkışmış, iç çekişmeye bağlı yüzleşme depresifliği var memleketimin her yerinde.
Acemi bir ressamın fırçası sürçmüş de, sanatın derin boşluğuna muhannet bir iş çıkarmış gibi pencereme asılı, gri renkli göğü izlerken dolandı bunlar aklıma..
Bi’ aralık penceremin sağ alt köşesine uzanmış çam ağacından kalkan güvercinin ardında bıraktığı salıntıya örklüyorum bakışlarımı. Az yukarıda kırlangıçlar koloni halinde meşk, serçeler solo, türünü bilmediğim başka kuşlar da girip çıkıyor habire penceremin kadrajına..
Hatırladığım kadarıyla karlı kayın ormanıyla oynaştı ben bu seyre düştüğümde dilim.
Eski takvim hesabıyle baharın bu sabah başladığından bahsediyordu karların içinde yumuşacık yürüyen Nazım. Dün gece on bir buçukta ölen Berut’tan, halıdan, imzalı kitaptan haber verdi; bulutluydu yüzü, ama yılgın değildi. Yirmi beş kilometreden Moskova’yı görmesine vardı daha; şose, tren yolu, ova..
Şimdi olsa katar mıydı içine sualinin bilemem ama, o vakit umut; demek memleketten, yıldızlardan, gençlikten daha uzak değilmiş. Mahkeme etmediğine göre Nazım; varmış umut, yakınmış o zaman daha..
‘‘Moskova’dan’’ diyorum Nazım’a, ‘karların üstünden, kayınların arasından söylemesi kolay; öleceğimizi mutlak bilip de kahramanca yaşamaktan bahis açmak..’
Ses veriyor Nazım Bursa’dan..
Bursa’dan.. Hapisten.. Paslı demirlerin içinden..
‘Dünyadan, memleketinden, insandan;
umudum kesik değil diye,
İpe çekilmeyip de,
Atılırsan içeriye..
Yatarsan on yıl, on beş yıl,
Daha da yatacağından başka.
'Sallansaydım ipin ucunda
Bir bayrak gibi keşke'
Demiyeceksin.
Yaşamakta ayak direyeceksin.
Belki bahtiyarlık değildir artık,
Boynunun borcudur fakat.
Düşmana inat,
Bir gün fazla yaşamak..’
Oynaşken gözlerim göğün griliğinde, türünü bilmediğim kuşların meşkinde ve fikrim şiire amors.. Nazım ses veriyor Bursa’dan.. Hapisten.. Paslı demirlerin içinden..
Tıraştan tıraşa yüze bakmayı, yaşı unutmayı; bitten, bir de bahar akşamlarından korunmayı, bir de ekmeği son lokmasına dek yemeyi, bir de ağız dolusu gülmeyi unutmamayı tembihliyor.
Bursa’dan.. Hapisten.. Paslı demirlerin içinden..
Sonra cüssesiyle belirdi Nazım; adıyla, sanıyla, kıvrım saçları, mavi şahin bakışlarıyla.. Çizgileriyle belirdi suratı Nazım’ın, el örgüsü kahverengi yeleği, onun içinde bizim ora işi haki yaka gömleği, şile bezindendi..
Tuttu penceremin yan pervazlarından, dikti mavilerini:
‘Bir de kimbilir,
Sevdiğin kadın sevmez olur.
Ufak iş deme,
Yemyeşil bir dal kırılmış gibi gelir,
İçerdeki adama.
İçerde gülü, bahçeyi düşünmek fena.
Dağları, deryaları düşünmek iyi..
Durup dinlenmeden yazmayı,
Bir de dokumacılığı tavsiye ederim sana,
Bir de ayna dökmeyi..
Yani içerde on yıl, on beş yıl,
Daha da fazla hatta;
Geçirilmez değil,
Geçirilir.
Kararmasın yeter ki,
Sol memenin altındaki cevahir.’
Dedi bana Nazım, dedi bize Nazım.. Selam olsun.