Bu hafta da yorumlayabileceğimiz çok konu vardı; Balyoz Davasından dolayı yapılan tutuklamalar ki galiba 4’ncü kez tutuklanıp serbest bırakılanlar dahi olmuş, yargı ve siyaset tartışmalarının odağı bu konuydu, Odatv yöneticilerinin gözaltına alınmaları ise basın özgürlüğü ve siyaset ilişkisini yeniden gündeme getirdi, Danıştay 13. Dairesi’nin Toprak Grubu lehine verdiği karar ile TMSF ile neler yaşadığımızı ve 2001 krizindeki 40 milyar dolarlık zararımızın ne olduğunu sorusunu anımsattı. Hacettepe Doping Merkezi’nin oyuncu Taurasi hakkında verdiği kararla Fenerbahçe Kadın Basketbol Takımına sürdüğü leke ve takımı muhtemel bir şampiyonluktan etmesi tam bir spor rezaletiydi, ABD Ankara Büyükelçi’sinin Balyoz, Ergenekon gibi davalar konusunda ki sözleri sonrasında verilen tepkiler ve gelişmeler, ‘ABD iktidarı artık desteklemeyecek mi?’ sorularına neden oldu. Ana Muhalefet partisi lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun “Benim ve çocuklarımın telefonları dinleniyor” açıklamasının sanki çok normal bir durummuş gibi geçiştirilmesi batı demokrasileri ile farkımızı ortaya koydu. Yazar Mehmet Metiner’e PKK’nın suikast yapacağının ortaya çıkarılması karşısında yazara karşı olanlar sessiz kaldı. İzmir’de bir transseksüelin AKP’den aday olmak istemesine il teşkilatının “Olabilir ama kriterlerimize uyarsa” demesi yanı sıra, bir Üniversite dekanı Profesör’ümüzün “Kadın dekolte giyerse tahrik eder, çirkin şeyler başına gelir” demesi ile başlayan tartışmanın üst üste gelmesi ilginçti. “Torba Yasa”nın Meclis’ten geçmesi ve hayatımızı olumlu-olumsuz etkileyen tartışmalı maddeleri de konuşulmaya değerdi. Tüm bunların üzerine Başbakan’ın eşi Emine Erdoğan’ın Brüksel’de Arap-Afrika Crans Montan Forumu’nda ödül alırken “Türkiye ileri demokrasi iklimine ulaştı” demesi de bana cazip geldi. Kamu kurumu TCDD dergisinde bir kamu görevlisinin Erzurum kızları için trenle Yeşilçam’a kaçarlar “Kız gittim, kadın geldim” havası ile memleketlerine dönerler yazısı tam bir skandaldı.
Görüldüğü gibi bir çok olay haftanın dikkat çeken konuları idi. Tabi bu konuların önemli olmaları kadar tartışılabilir ve dikkat çekici olmaları da benim seçimimde etken oldu.
Siz de bunlara ilaveler yapabilirsiniz. Burası Türkiye… Hayat her an heyecan vericidir. Bir an yaşamdan küsersiniz, bir an hayat ve umut dolarsınız, ama asla monoton bir hayatınız olmaz.
Yukarıdaki konularla ilgili yorum yapmak istemiyorum. Zaten bir arada yazmam bir yorum. Ben hayatın tekamül amaçlı düzenlendiğine inanan biriyim. Ne olursa olsun tekamül.
Size OSHO’nun Olgunluk adlı eserinden bir alıntı yapmak istiyorum;
“İnsan hayatı gerçekleştirmek üzere doğar ama her şey ona bağlıdır. Iskalayabilir.Nefes almayı sürdürebilir, yemeye devam edebilir, devamlı yaşlanıp durabilir, mezara doğru gitmeye devam edebilir ama bu yaşamak değildir, bu düzenli olarak ölmektir. Beşikten mezara kadar… yetmiş yıl süren düzenli bir ölümdür. Ve etrafındaki milyonlarca insan bu düzenli, yavaş ölümün içinde ölmekte olduğu için sende onları taklid etmeye başlarsın. Çocuklar her şeyi çevresindekilerden öğrenirler ve biz ölülerle çevriliyiz.
Öyleyse benim “hayat” ile ne demek istediğimi anlamak durumundayız. O sadece yaşlanmak olamaz, gelişmek olmalıdır. Ve bunlar iki farklı şeydir.
Yaşlanmak herhangi bir hayvanın yapabileceği bir şeydir. Gelişmek ise insanoğlunun ayrıcalığıdır. “
Evet, toplum olarak bir amaçsız yaşantımıza bakalım bir de yaşam felsefesi olması gereken hayata… ne görüyorsunuz?
Toplum için, kendiniz için?