Geçen yazımda aniden Çarşamba akşamı gelen Teskere ile ilgili olarak, aynı akşam yazdığım yazının başlığı “Ne Yapmalıyım?”dı. Benim ret oyuma rağmen, Suriye Teskeresi AKP’nin eksik ve MHP’nin yanlış ama evet oylarıyla geçti. Hayırlı olsun. Kapalı oturumda Hükümet hem inandırıcı olmaktan çok uzak hem de fazlası ise fanatikti. Eğer, klasik kutuplaştırma politikası uygulamasa teskereyi çıkarmakta çok zorlanacaktı. Benim yerimde aranızdan kim olsa ret oyu kullanırdı… AKP’den de oylamaya girmeyenlere bakın hep aklı başında, kimlikli, kişilikli, geleceği az-çok gören adamlardı…
1 Mart Teskeresinin ret edilmesinin çok doğru veya çok yanlış olduğunu, iddialı bir şekilde anlatanları görünce şaşırıyorum. 1Mart Teskeresinde yanlış olan teskerenin ret edilmesi veya kabul edilmesi değildi. O dönemde yanlış olan Türkiye’nin bir oyun planı olmamasıydı. Her iki durum için de bir oyun planı yoktu. Strateji eksikti. En kötüsü kişinin ne yapacağını bilmemesidir. Kaderini başkasının inisiyatifine terk etmesidir. 1 Mart teskeresinde böyle bir durum vardı. Onun için çıksaydı tartışması yerine bizim şöyle bir stratejimiz olsaydı tartışması yapmamız lazım.
4 Ekim Teskeresinin eksikliği de budur. Bu sefer kabul çıktı ama yine bir stratejimiz, hedefimiz yok. En azından bize anlatılan, ima edilen bir hedefimiz yok. Suriye’den toprak mı kazanacağız? Suriye’den petrol geliri mi elde edeceğiz? Suriye’de ki Kürtleri kontrol edip bir Kürt devleti oluşumunu mu engelleyeceğiz? Peki, Suriye parçalanırsa ne yapacağız? Suriye’nin parçalanmasının bizi olumsuz etkilemeyeceğini izan sahibi hiç kimse söyleyemez. 900 kilometreye yakın ortak bir sınırımız var, orada yaşayanlarla burada yaşayanların ortak bir geçmişleri ve akrabalıkları var. Dengeler değişince ne yapacağız, bilen var mı?
Peki, bölgede ve bölgenin kilit ülkesi Suriye’de kimin oyun planları var ve yürürlüğe sokmuş durumdalar? İsrail ve ABD’nin. Bunların yanı sıra Çin, Rusya ve AB’nin, değil mi? Biz ne yapıyoruz? Kim için oynuyoruz bu oyunu?
Kimse, siyasi ve ekonomik gücümüzü, moral değerlerimizi hesaba katmadan bizim için şu iyidir, bu iyidir de demesin. Kendi kafasındaki hayali, Hükümetin gerçeği sanmasın. Uluslararası dengeleri iyi hesaba katmadan çıkarımız vardır- yoktur demesin. Doğru oyun gerçekçidir, gerçekçi oyun mantığa ve rakamlarlara dayanır.
Bir de teskerede dikkatinizi çekti mi bilmiyorum şöyle bir ifade vardı: “Bu çerçevede, hudut, şümul, miktar ve zamanı Hükümetçe takdir ve tespit edilmek kaydıyla, Türk Silahlı Kuvvetlerinin yabancı ülkelere gönderilmesi ve görevlendirilmesi ile bununla ilgili gerekli düzenlemelerin Hükümet tarafından belirlenecek esaslara göre yapılması için bir yıl süreyle izin verilmesini…”
Yani, Hükümetin istediği izin sanıldığı gibi sadece Suriye ile ilgili değil, belirsiz bir “ yabancı ülkeleri” kapsıyor. Buna “Evet” demek te sorumsuzluk değil mi?
Ayrıca, Teskereden anlaşıldığına göre, Suriye, ülkemiz topraklarına 20 Eylül 2012’den itibaren saldırgan eylemlere yönelmişmiş. Peki, teskere için 5 kişinin ölmesi mi gerekiyordu, daha önce neden çıkması istenmedi?
Yine, Davutoğlu’nun ifadesine göre ülkemizde 95.774 Suriyeli mülteci varmış ve bunlara 300 milyon doları aşan meblağda harcama yapmışız. Peki, neden top mermisinin 20 Eylül’den beri 8 kez düştüğü Akçakale’nin birkaç bin nüfuslu halkı neden sınırın iç kısımlarına nakledilmedi de ölmeleri beklendi?
Ben, biliyorsunuz, Tayyip Beye de Davutoğlu’na da güvenmiyorum. Tayyip Beyi sadece siyasetçi olarak takdir ediyorum, devlet adamlığını çok eksik buluyorum. Şimdi de kalkmış “Bu teskere savaş için değil, barış için” diyor, dedirtiyor. Bu konularda dalga mı geçilir?
Yine de Teskere kararı hayırlı olsun diyorum. İnşallah Tayyip Bey bu sefer ülkesi lehine uluslararası bir sorunda başarılı olur, ben mahcup olsamda…