Parmak izi gibi değişik ruhlarımız olduğu için, herkesin farklı hayat okumasına sahip olması da anlaşılır bir durum.
Ruhlarımızın DNA’sını, çoğu zaman; çıkarlarımız, inançlarımız, korkularımız, pek azını da gerçekler oluşturdu.
Kainatın nasıl var olduğunu, Mars’ta koloni’lerin nasıl kurulacağını merak ederken, 10 bin yıldır Türk vatanı olan Anadolu’nun öyküsünü merak bile etmedik.
Oysa, yakın tarihimizi bilmemiz bile, siyaset okumamızı zenginleştirebilirdi.
Zahmetli bir uğraşa da gerek yok;
Tarihin perdesini, parmak ucuyla aralasak, Anadolu’nun zihin haritasının, karşılaştığı tümseklerde gizli olduğunu görebilirdik.
Sert bir öykü bu.
Osmanlı İmparatorluğu, çökme sürecine girince, Dünya’nın siyasi ve ruhani havası gibi, bizim DNA'mız da değişti.
Osmanlı’nın nüfusu, 15 milyona kadar düştü.
Kurtuluş savaşında, Türkiye’nin yetişmiş genç beyinleri ekin gibi biçildi.
Sadece, Gelibolu’da, 300.000 bin şehit verdik.
Okumuş, aydın ne kadar gencimiz varsa, Kurtuluş savaşında toprağın altına girdi.
Siyasal, ekonomik ve en önemlisi, beyin gücünde Nuh Tufanı yaşadık.
Kader, bu toprağın çocuklarına, tam da o zamanlarda, zorlu bir sayfa daha ayırdı.
O vakitler askere alınmayan azınlıklar ve kaymak tabaka, çocuklarını okutarak, Türkiye ekonomisi ve eğitiminde söz sahibi oldular.
Ezik, silik, öz vatanında gurbet yaşayan nesiller yetiştirdik.
Anadolu; Atatürk ve Fevzi Çakmak’ın gibi vatan severlerin önderliğinde, bitkisel hayattan çıktı.
Külleri bile yakılan bir millet, atomlarından yeniden doğdu ama
genç Cumhuriyet, herkesi kuşatacak bir demlenme süreci yaşayamadığı için, 10 aile ve azınlıkların hüküm ve nüfuzuna girdi.
Bu toprakların öyküsünü şöyle özetleyebilirim;
Çanakkale geçilmez diyenlerin çocukları, Çanakkale düşsün diye uğraşanların fabrikalarında maraba olarak çalışmak zorunda kaldılar.
Binbaşı Lütfü Beyin torunlarına tuzak kurarak içeri atanlar, şu anekdotu lütfen okusunlar;
Yıl 1915. Çanakkale savaşının en sert geçtiği Seddülbahir'de, Türk askerleri, Fransızlar tarafından pusuya düşürülürler.
Siperler arasındaki mesafe 5 metreye kadar iner.
Kurşun yağmuru altında 1. taburun komutanı Binbaşı Lütfü Bey ayağa kalkarak, "Yetiş Ya Muhammed! Kitabın Gidiyor!" deyince, Mehmetçik, lav gibi püskürerek, Fransızları, Gelibolu'da küle çevirirler.
Tarihe sığmayan acıları da, destanları da birlikte yazdık.
Birlikte doğduk, birlikte öldük.
Biz, Türkiye'yiz!
Tarihimizin hatırına;
Birbirimizi yeniden sevmeyi deneyemez miyiz?
*Bu yazı Talat Atilla'nın Güneş Gazetesi'ndeki köşesinden alınmıştır...