Başbakan Erdoğan ABD Başkanı'na, üzerinde hat stiliyle ve Arapça harflerle "Barack Hussein Obama" yazan bir isim plaketi hediye etti.
Bu hediye iki açıdan incelenmeye değer.
Birincisi; Başbakan, arşivlerden, mesela, ABD-Osmanlı ilişkilerine ait bir tarihsel belge vermiş olsa idi, bunu anlamak mümkün olurdu. Ama, resmi alfabesini 75 yıldır Latin harflerinin oluşturduğu bir ulusu temsilen, Arapça harflerle yeni yazdırılmış bir plaketin yabancı bir devlet başkanına hediye olarak götürülmesi ilginç bir tercih.
İkinci unsur, en az birincisi kadar ilginç ve üstelik uluslararası boyutu var.
ABD Başkanı Obama'nın babası, bilindiği gibi, Kenyalı bir Müslüman.
O nedenle, Başkan'ın "Gizli Müslüman" olduğu yolundaki söylentiler kesilmiyor. Bundan rahatsızlık duyan Obama, Hıristiyan olan Amerikalı annesinin kültürüyle yetiştiğini ve inanmış bir Hıristiyan olduğunu yeri geldikçe vurguluyor.
İnancının ne olduğunu davranışları ile de ayrıca gösteriyor.
Belli ki bu nedenle, Başkan, isminin ortasındaki "Hussein"i hiçbir yerde kullanmamaya özen gösteriyor.
Başbakan'ın ev sahibine vermesi için o plaketi hazırlatanlar, Beyaz Saray'ın web sitesine bir göz atsalardı, Başkan'ın isminin her yerde "Barack Obama" olarak geçtiğini, yalnızca, öz geçmişinin yer aldığı bölümde adının "Barack H. Obama" şeklinde yazıldığını, orada da "H" harfinin neye karşılık geldiğinin belirtilmediğini görürlerdi.
Obama’nın, İslamı çağrıştıran Arap harfleriyle yazılan ve üstelik kullanmaktan özenle kaçındığı bir ismine de yer veren plaketin hediye edilmesini nezaketsizlik olarak algılama ihtimali az değildi.
Körfez ülkeleri şeyhleri ABD Başkanı'na götürmek için böyle bir hediye düşünürler mi, kuşkuludur.
Emine Erdoğan'a bir üniversitede "Diktatörlüğün Psikolojisi" kitabının hediye edilmiş olmasının "Hussein” plaketinin "rövanşı" olduğunu düşünüyorum.
AKP ve CHP’nin ballı iş birliği!
Son ihale yasasındaki iş birliği ile, “İhaleye fesat karıştırmak suçunda indirime” giderek, ‘örtülü af” sağlayan AKP ve CHP yeni bir beraberliğe soyundular!
AKP ve CHP’li milletvekilleri, aralarında bürokrat ve gazetecilerin de olduğu yüz kişiyle birlikte kooperatif kurdular.
Ankara’nın en pahalı yerleşim yerlerinden Çayyolu’nda 170 metre kare, iki yüz dairelik arsaya 16 milyon ödendi.
1 kooperatif hissesinin 160 bin lira ve 3 yıl içinde tamamlanacak daireler bittiği zaman değeri en az 500 bin lira olacak.
Aralarında Erdoğan ve Kılıçdaroğlu’nun mesai arkadaşının da olduğu kooperatif üyeleri, arsalarını yüzde 50 kat karşılığı bir mütehhite verdiler. Böylece inşaat tamamlandığında yüz daire mütahhitin olurken, diğer yüz daire kooperatifin oluyor. Her kooperatif üyesine de 1 daire düşüyor. Anlayacağınız bu ballı alış verişin karşılığında 160 bin liraya Çayyolu’nda 500 bin liralık evleri oluyor!
Yani, siyaset kendi işini güzel çözüyor!
Bu kadar da olmaz!
Geçtiğimiz yıl içerisinde Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK) başkanlığına Mukim Öztekin atandı. Söz konusu atamadan sonra BDDK içerisinde başkan yardımcılıkları ve daire başkanlıklarında önemli değişiklikler gerçekleşti.
Yeni bir başkanın çalışma kadrosuna yeni atamalar yapması doğal karşılanabilir
ancak bu atamalardan birisi BDDK’nın bağlı olduğu 5411 sayılı Bankacılık Kanununa aykırı şekilde yapıldı.
Destek Hizmetleri Daire Başkanlığına atanan Osman Uzun söz konusu görev öncesinde aynı Daire bünyesinde yer alan Eğitim ve İletişim Müdürlüğüne Mukim Öztekin tarafından müdür olarak kurum dışından atandı.
Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi mezunu Osman Uzun, daha önce bazı gazete ve dergilerde çalıştı. İlk olarak da Başkan Mukim Öztekin’in basın danışmanı olarak eğitim ve iletişim müdürlüğüne getirildi ama 5411 sayılı Bankacılık Kanunu çerçevesinde Bakanlar Kurulu Kararı ile çıkarılan ve 31.12.2005 tarih ve 26040 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu Teşkilat Yönetmeliğine göre daire başkanlığı için belirli alanlarda asgari 10 yıllık tecrübeye sahip değil…
Bitmedi! Bunun yanında aynı Yönetmeliğin 13’üncü maddesi ile atanacak daire başkanlarının, 5411 sayılı Bankacılık Kanununun 84 üncü maddesinde belirtilen nitelikleri taşımaları da şart. Kanunun 84’üncü maddesinin (d) fıkrasında ise atanma şartları arasında hukuk, iktisat, maliye, bankacılık, işletme, kamu yönetimi ve dengi dallarda en az lisans düzeyinde; mühendislik alanında lisans düzeyinde öğrenim görmüş olanlar için ise belirtilen alanlarda lisansüstü öğrenim görmüş olmak şartı var. Ancak, Osman Uzun burada da kanunda sayılan şartları taşımıyor.
Ya mevzuatı ortadan kaldırın, ya da bu mevzuatı takmamak, sıradan insanlar için de geçerli olsun!
Ama bu kalleşlik!
Kabul, bulunabilmiş en iyi yönetim şekli siyaset ama icadından bugüne, insanlık tarihinin en büyük kabusu da, yine siyaset oldu…
İnsana, insan onuruna ait ne varsa, siyaset kurumu tamamının ırzına geçti.
Baktılar keyifli iş, bekaret müptelası oldular.
Sinelerdeki en mahrem inançlara kadar bozulmadık bekaret, peçesi indirilmedik mahrem, mıncıklanmayan değer kalmadı.
Neredeyse herkes, her devlet, her siyasi parti, her güç odağı, kendi putunu yaptı.
Cahiliye döneminde taptıkları tanrıları önce helva yaparak kutsayan, daha sonra acıktıklarında, bu put helvalarla karnını doyuran zihniyetin pusulası hiç değişmedi;
Hangi değerden beslendilerse, önce o değeri çürüttüler…
Sıradan insanları bu putların gölgesinde harcadılar…
İslam dünyası bile, 1400 yıl önce putları deviren Hz. Peygamberin karşısına, formatlanmış yeni putlarla çıktı.
Tuvaleti altından yapılmış uçaklarında namaz kılarken, kardeşinin kalbini şahadet bıçağıyla çıkarttılar!
Yokluk bile yok iken var olan Allah’ın yerine, yeniden ölümlü ilahlar edindiler.
Gücü put, putu güç yaptılar.
İnandıkları Allah’a güvenmeyen kuşaklar yetişti.
3 kuvvetten kovulanlar, 4. kuvvete sığındılar ama manşetlerinde; SATILDIK yazıyordu.
* Bu yazı Talat Atilla'nın Güneş Gazetesi'ndeki köşesinden alınmıştır.