7 yıl aradan sonra 2 Aralık 2021 günü 20. Milli Eğitim Şura’sı toplandı. Şura’da, bir kısmı oybirliği, bir kısmı da oy çokluğu ile 128 maddelik tavsiye kararı alındı.
Şura’da Eğitim-Bir-Sen tarafından önerilen “okul öncesi öğretim programında çocuğun gelişim düzeyi dikkate alınarak din, ahlak ve değerleri eğitimi yer almalı” şeklindeki öneri de oy çokluğu ile benimsendi.
Milli Eğitim Bakanı Mahmut Özer, Şura’da, “gerek oy birliği, gerekse oy çokluğu ile kabul edilen tüm kararları yeniden değerlendireceklerini ve buna göre yol haritası çıkaracaklarını” belirtti.
Din, Ahlak ve Değerleri Eğitimi Önerisine Yönelik Sert Tepkiler
Şura’da alınan “Okul öncesi öğretim programında din, ahlak ve değerleri eğitimi” dersinin yer alması önerisine bazı dayatmacı çevrelerden çok yoğun ve sert tepkiler geldi.
Bu tepkiler kısaca şu şekilde özetlenebilir:
- Bu karar, laik cumhuriyete, çağdaşlığa, insanlığa aykırıdır. Laik bir devlet, zorunlu din dersi uygulamasıyla bireylerin kişisel inanç alanına giremez.
- Şura’dan çıkan bu kararla sergilenen korkunç senaryo ve gerici plan hiçbir yanıyla kabul edilemez ve meşru görülemez.
-Okul öncesi eğitimde STK’larla işbirliği” vurgusuyla vakıf ve dernek adı altında faaliyet yürüten “gerici tarikatlar”, 4-6 yaş arası çocuklara musallat edilecektir. Bu uygulama, ülkemizin karanlığa doğru sürüklenmesidir.
- Okul öncesi yaş gruplarına, Cennet, cehennem, Allah gibi kavramların öğretilmesi, onlara sadece korku verir, çocuklar terörize edilmiş olur.
- Okul öncesi öğrencilere, din, ahlak ve değerleri eğitimi dersi verilmesi kararıyla “(çocukların) eğitim hakkı ve çocuk hakkı ihlal edilmiş olmaktadır”.
- Bu dersi okul öncesi eğitimin içine koymanın adı, eğitim değil, beyin yıkamadır.
- Bu karar, uluslararası sözleşmelerdeki çocuk haklarına ilişkin hükümlere aykırıdır.
Bu Karşı Çıkışlara İlişkin Değerlendirmeler
Burada, her birisi ayrı bir makale konusu olan karşı çıkış argümanlarının tamamına teker teker cevap vermeyeceğim. Tamamına genel bir değerlendirme ile cevap vereceğim.
(1) Laikliğe, çağdaşlığa ve insanlığa aykırılık iddiaları.
Dünyada genelde iki tür laiklik uygulaması mevcuttur.
Birincisi, “dayatmacı (Dışlayıcı)” laiklik. Bu telakkiye, otoriter ya da totaliter uygulamalara yol açan “militan laiklik” de denir. Bu laikliğin en yumuşak görünümlü hali, dinin kamusal alandan tamamıyla çıkartılarak kişinin sadece özel alanında yaşamasına izin verilmesidir. “Çağdaş” hayat tarzı adı altında dinin kamusal görünürlüğünün dışlanmasının devletin temel politikası olması öngörülür. Başörtüsü yasağının gerisinde bu telakki vardır.
Bu telakkinin en katı şeklinde, devlete, resmi ideoloji ile çelişen ve mutlak olarak yok edilmesi gerekli düşman unsur olarak telakki edilen dine karşı “savaşma” görevi yüklenir.
Kökleri Fransız aydınlanma düşüncesine ve pozitivist felsefeye dayanan, insan gerçekliğini anlamada ve beşeri meselelere çözüm geliştirmede İlahi yaratıcılık inancına karşı, rasyonel bilgilere mutlak üstünlük sağlayan, dinde hiçbir hakikat görmeyen, inanç-akıl ayrımını reddederek aklı mutlak olarak kutsallaştıran, iman ve inanç yerine, aklın mutlak hâkimiyetini esas alan materyalist (maddeci) felsefeye dayanan, Kant, Descartes, Comte, Leipnitz, Durkheim, Marks gibi düşünürler tarafından da savunulan, tamamen tabiatçı felsefi bir anlama bürünen dayatmacı laiklik telakkisinde, devlete, toplumu dinden uzaklaştırarak sekülerleştirme misyonu yüklenmektedir. “Din karşıtlığı” temeline yaslanan bu laiklik telakkisinde, din ve vicdan hürriyetinin alanı ya minimize edilir ya da tamamen reddedilir.
Çoğulcu temele dayalı anayasal demokratik Cumhuriyetle esaslı şekilde çelişen bu laiklik telakkisi otoriter ya da totaliter cumhuriyetle uyumludur. Çoğulcu demokratik cumhuriyetle dayatmacı laiklik, siyah ve beyaz kadar birbirine zıttır.
İkincisi, anayasal demokratik laiklikle uyumlu “pasif laiklik”. Bu laiklik telakkisinde, devlet, dinin kamusal görünürlüğüne göz yumarak, dinlere karşı etkisiz bir pozisyon alır. Bu laikliğin temelini, devletin, dinlere karşı dışlayıcı bir tutum almayarak tarafsız kalması, din ve vicdan hürriyetine siyasi düşünce hürriyeti ile eş düzeyde teminat sağlaması, siyasi fikirlerle birlikte değişik inanç grupları karşısında eşit mesafede durması, kamu düzeninin koruması amacı dışında dinin kamusal görünürlüğüne müdahale etmemesi anlayışı teşkil etmektedir.
Pasif laiklik, her türlü otoriterimizi ve totalitarizmi dışlayan anayasal demokratik cumhuriyetle uyumludur. Bu telakkide, din ve vicdan hürriyetinin alanı siyasi düşünde hürriyeti ile birlikte alabildiğine geniştir.
Bu temel belirlemeyi yaptıktan sonra şunlar belirtilebilir.
Burada okul öncesi eğitimde din dersinin verilmesine karşı çıkanların kafalarındaki dayatmacı laikliği siyasi iktidara mutlak doğru olarak dayatması çabası söz konusudur.
Anayasal demokratik cumhuriyetle uyumlu olmayan, dini, akılcılık/rasyonalizm, tabiatçılık, pozitivizm vb. süslemelerle toplumdan dışlamayı amaçlayan otoriter laik cumhuriyet düşüncesini, bazı çevreler çoğulcu anayasal demokraside savunulabilir. Fakat bu dayatmacı anlayışın anayasal demokrasi ile uyumluluğu söz konusu değildir.
Bu kararın “insanlığa” aykırı olduğunu belirtmek, dinin insanlıkla uyumsuz olduğunu söylemektir. Bu söylem, materyalizm adına dinlerin dışlanması çabasıdır. Bu düşünceyle, ruhunu hukuk devletinin oluşturduğu anayasal demokrasi inkâr edilmiş olunmaktadır.
(2) Gericilik, yobazlık, mürtecilik iddiası. Gericilik, geçmiş yıllarda var olan ve içinde bulunulan çağdaki hâkim düşünce ve anlayışlarla uyumsuz fikir ve hayat tarzlarında ısrarcı olmaktır. Dinin gericilik olarak değerlendirilmesi, 18. YY’da aklı esas alan materyalist felsefeyi kutsallaştıran, dine karşı savaş açan Fransız aydınlanma çağında söz konusu olmuştur. Bu çağda, dini ve siyasi çoğulculuk yerine, maddeci felsefe mutlaklaştırılmıştı.
İçinde bulunduğumuz çağda temel değerler, çoğulculuk, din ve vicdan hürriyetinin de siyasi düşünce hürriyeti kadar teminatlı olduğu anayasal demokratik ilkelerdir. Bu sebeple, dinin gericilik, yobazlık, irtica olarak nitelenmesi, çağdaş anayasal demokrasi ile uyumlu değildir. Asıl gericilik, 18. Yüzyıldaki fikirlerin, günümüzdeki çağdaş değerlerle çelişecek şekilde savunulmasıdır. Bu sebeple gericilik söylemlerini, sahiplerine aynen iade ediyorum.
(3) Okul öncesi eğitimde din, ahlak ve değerleri eğitimi dersi verilmesi kararıyla “(çocukların) eğitim hakkının ve çocuk hakkının ihlal edildiği” yönündeki iddia da, ileri demokrasilerdeki uygulamaları ve uluslararası insan hakları belgeleri ile uyumlu değildir.
BM Medenî ve Siyasî Haklar Uluslararası Sözleşmesine göre “Taraf Devletler, anne-babalar ile mümkünse vasilerin kendi inançlarına uygun biçimde çocuklarına din ve ahlak eğitimi verilmesini isteme hürriyetine saygı göstermeyi taahhüt ederler (md. 18/4).
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Ek 1 Nolu Protokol’ün 12’nci maddesi şu şekildedir: “Hiç kimse eğitim hakkından yoksun bırakılamaz. Devlet, eğitim ve öğretim alanında yükleneceği görevlerin yerine getirilmesinde, ana ve babanın bu eğitim ve öğretimin kendi dini ve felsefi inançlarına göre yapılmasını sağlama haklarına saygı gösterir”.
Bu belgelerde, anne ve babalara, çocuklarının dini eğitim almalarını sağlama hakkı verilmektedir. Anne ve babalara sağlanan bu hak, seküler kesimler için de söz konusudur.
Bu uluslararası belgelerle uyumlu olarak, bazı ülkelerde din eğitimi okul öncesi eğitim döneminde başlamaktadır. Mesela Amerika’da, yaş sınırlaması olmaksızın her yaştan çocuğa haftada bir gün bir saatlik din eğitimi verilebilmektedir.
Almanya’da Devlete ait anaokullarında sürekli dinî motifler kullanılır. Kiliseye bağlı anaokullarında din eğitimi verilmektedir.
Hollanda’da din eğitimi anaokullarından başlar ve temel eğitim boyunca devam eder.
İtalya’da din eğitimi derslerine devam etmek isteyen çocuklar için bir yaş veya zaman sınırlaması yoktur. Katolik öğretisi, anaokulundan liseye kadar kilisenin doktrinlerine bağlı olarak bölge piskoposunun seçtiği öğretmenler tarafından her devlet okulunda okutulur.
Diğer bazı ülkelerde (İngiltere, Yunanistan, Belçika, Avusturya) de din dersi, devlete bağlı ilk ve orta dereceli okullarda düzenli dersler arasında yer alır. Ülkelerin birçoğunda din eğitim ve öğretimi bakımından belli bir taban yaş sınırı mevcut değildir.
Bu vesileyle, okul öncesi eğitimde din derslerinin konulması, hem bazı uluslararası belgelerle, hem de ileri demokrasinin cari olduğu bazı ülkelerdeki uygulamalarla uyumludur.
Okul öncesi eğitimde ve eğitimin diğer aşamalarında din eğitiminin olmasını gericilik, irtica olarak nitelemek, Batıdaki bu uygulamalarla çelişmektedir. Bu düşünce sahipleri, dini inkâr edici düşüncelerini, burada sözü edilen gerekçelerle pazarlamaya çalışmaktadırlar.
(4) Okul öncesi yaştakilere, cennet, cehennem, Allah gibi kavramların öğretilmesinin, onlara sadece korku vereceği, çocukları terörize edeceği yönündeki iddialar, toplumsal gerçekliklerle uyumlu olmayan, seküler dogmatik ezberlerden başka bir şey değildir.
Burada, meselenin iki yönü mevcuttur.
Birincisi, her yaştaki çocuklara seküler eğitimin verilmesi uygun görülürken, bu yaştaki çocuklara, cennet, cehennem, Allah gibi kavramların öğretilmesinin, onlara korku vereceği, onları terörize edeceği yaftası ile din eğitiminin engellenmesi amaçlanmaktadır.
İkincisi, bu düşüncelerle eğitim döneminde seküler fikirlere, din eğitimine karşı mutlak üstünlük sağlanması amaçlanmaktadır.
İnsanların terörize olmaları çocuk yaşta değil ileri yaşlarda söz konusu olmaktadır. Terörize olanlar, sadece din eğitimi alanlar değildir, seküler eğitim alanlardan da çok sayıda terörist çıkmaktadır. Bu sebeple, terörize olma korkusu her kesim için söz konusudur. Seküler kesimlerin terörize olmasını görmeyip, sadece din eğitimi alanların terörize olacağı bahanesi ile okul öncesi eğitim döneminde din eğitimine karşı çıkmak, dini haksız yere dışlamaktır.
(5) “Okul öncesi eğitimde STK’larla işbirliği” vurgusuyla vakıf ve dernek adı altında faaliyet yürüten gerici tarikatların, 4-6 yaş arası çocuklara musallat edileceği yönündeki iddialar da ileri demokrasinin cari olduğu bazı ülkelerdeki uygulamalarla uyumlu değildir.
Mesela Amerika’da her beş özel okuldan dördü, dinî gruplar tarafından yönetilir. Çocuklara yönelik din eğitimi, dinî kuruluşlar ve çeşitli dinî cemaatler tarafından işletilen bütün okullarda mevcuttur. Kilise tarafından açılan Pazar Okulları çok yaygındır; bu Okullarda her yaştan çocuğa haftada bir gün bir saatlik din eğitimi verilmektedir.
Hollanda’da dört tip okul vardır: (1) Devlet okulları, (2) Özel Katolik Okulları, (3) Özel Protestan okulları, (4) Özel laik okullar. Mevcut özel okulların 2/3’i cemaat okullarıdır.
Fransa’da din eğitimi konusunda kilisenin ağırlığı belirgin şekilde kendisini gösterir. Ülkede, hem dinî eğitim veren özel okullar, hem de meslekî dinî öğretim okulları mevcuttur. Özel okulların %95’i Katolik Kilisesi’ne bağlıdır.
Almanya’da Kiliselerin çok sayıda okulu vardır. Özel kilise okulları, devletten fonlar almaktadır. Kiliseler, okul öncesinden üniversiteye kadar her aşamada eğitime katılmaktadır.
Diğer birçok Avrupa ülkesinde de, özel okulların büyük çoğunluğu kilise ya da diğer dini kurumlar tarafından işletilmektedir.
Batı’da okul öncesi ve diğer okulların dini kurumlar tarafından işletilmesine ses çıkarmayıp, Türkiye’de dini dernek ve vakıflar tarafından okul öncesi ve diğer kademedeki eğitim kurumlarını işletmelerinin “gerici tarikatların, 4-6 yaş arası çocuklara musallat edilmesi” olarak nitelenmesi haksızdır. Bu değerlendirmeler, ya Hıristiyanlığın ilericilik, İslam’ın gericilik olarak nitelenmesi ya da Batıdaki uygulamaların görmezden gelinmesidir. Hem ileri demokrasi deyip hem de Batıdaki uygulamaları görmezden gelmek esaslı çelişkidir.
Ya da ülkemizdeki materyalist felsefe taraftarları, hem Batı’daki, hem de Türkiye’deki uygulamaları, kökten reddetmektedirler. Bu reddiyecilik, dini ve siyasi çoğulculuk temelli çağdaş anayasal demokratik laiklikle uyumlu değildir. Bu fikirler, yukarıda bahsini ettiğim otoriter özellikli dayatmacı laiklikle uyumludur. Artık otoriterlik, çağdışılık ve yobazlıktır.
(6) Din dersinin okul öncesi eğitimin içine konulmasının, “beyin yıkamak” olduğu yönündeki iddia yukarıdaki verilere göre “deli saçması”dır. Soruyorum, çok sayıdaki Batılı ülkede, okul öncesi eğitim döneminde din dersi verilerek çocukların beyinleri mi yıkanıyor?
Anayasal demokratik laikliğin bir gereği de, dini ve siyasî çoğulculuğun birlikte sağlanmasıdır. Dini ve siyasi çoğulculuk temelli laiklikte, eğitimde, seküler temelli siyasi düşünceler yanında dini düşüncelerin de yer alması gerekir. İleri demokrasinin cari olduğu ülkelerde kamu okullarında seküler ders içerikleri yanında din eğitimi de vardır. Hatta bazı dini kurumlar tarafından yönetilen özel okullarda din eğitimi daha kapsamlı verilmektedir.
Yukarıda izah edilen sebeplerden dolayı, çoğulcu temelli anayasal demokratik laik ülkelerde seküler içerikli eğitim için nasıl “beyin yıkama” nitelemesi yapılmıyorsa, din eğitimi alanlar için de “beyin yıkama” nitelemesi yapılmamaktadır. Makul olan budur.
Din eğitimi alanlar için yapılan “beyin yıkama” nitelemesi, siyasî düşünce hürriyetinin din ve vicdan hürriyetine karşı üstünlenmesi, din hürriyetinin ötekileştirilerek bastırılması ya da din ve inancın hak ve hürriyet olarak kabul edilmemesi neticesini ortaya çıkaracaktır. Bu telakki, dini dışlayan otoriter rejimlere mahsustur; anayasal demokrasi ile uyumlu değildir.
(7) Bazıları, okul öncesi eğitimde, zorunlu din dersi uygulamasıyla bireylerin kişisel inanç alanına girilmesinin doğru olmadığı yönündeki değerlendirmeler de yersiz. Çünkü her ne kadar okul öncesi eğitim programında din eğitiminin yer alması önerilmişse de, bu dersin mutlaka herkes için mecburi olmasını öngören bir karar alınmış değildir. Sadece vehmi olarak böyle bir ihtimale binaen din dersine mutlak olarak karşı çıkmanın mantıki temeli yoktur.
Bazı itirazlar pedagoji ile alakalı olduğu için, bunları pedagoglara havale ediyorum.
Nihai Değerlendirme
Okul öncesi eğitim döneminde din eğitimine karşı ideolojik saiklerle verilen aşırı tepkinin Batı’daki uygulamalarla uyumluluğu yoktur.
Bu eleştirileri getirenler tarafından savunulan materyalist temelli otoriter militan dayatmacı laikliğin artık modası geçmiştir.
Hem demokratik hukuk devleti deyip hem de otoriter laikliği savunmak, en derin çelişkiyi teşkil etmektedir.
Kendilerini tek partili rejim dönemindeki otoriter militan dayatmacı laik cumhuriyet dönemindeki uygulamaların yaşandığı dönemde zannedenler, bir gün mutlaka anayasal demokrasi gerçekliği ile yüzleşmek, kabullenmek zorunda kalacaklardır. Ya da özlemleri gerçekleşmediği için kendilerini sürekli eziyet içinde yaşatmaya devam edeceklerdir.
Hükümetin, sesleri yüksek ve sert çıkan bu kesimin, gerici, yobaz, otoriter, baskıcı, dini mutlak şekilde dışlayıcı taleplerine kesinlikle itibar etmemesi gerekir.
Artık ülkemizde din ve vicdan hürriyetinin de siyasî düşünce hürriyeti kadar teminatlı olduğu, dini ve siyasî çoğulculuğun birlikte sahici olarak mevcut olduğu, seküler kesim kadar dindar kesimlerin de eğitim hakkından yeterince faydalandığı anayasal demokratik laik cumhuriyetin istikrarlı ve süreklilik arz edecek şekilde kökleşmesi gereklidir.
Bu gerçekliklerle yüzleşmek ve kabullenmek istemeyenler için tek yol vardır. O da demokrasi yoluyla iktidara gelmek ve icraatlarını yapmaktır. Demokratik usullerle iktidara gelemedikleri takdirde, eleştiri hakkını kullanabilirler. Ama siyasî iktidar, bu otoriter, baskıcı, dışlayıcı ve dayatmacı laiklik öneren politikaları kabullenmek zorunda değildir. Bunu da artık kabullenmeleri gerekir. Aksi halde, kendilerine zarar verirler.