Geçen hafta 2 konu beni mutlu etti. İlki okuyucularımın tekrar yorum yazmaya başlaması 2’cisi ise geçen haftaki yazıma gelen olumlu tepkilerdi.
Okuyucularıma tek tek övgü dolu sözleri ve eleştirileri için çok teşekkür ediyorum. Konu ile ilgili yorumlarını da bekliyor ve köşemin tekrar interaktif bir hale gelmesini diliyorum. Tabi herkesin çoluk-çocuğu ve çıkarları var. Halel gelmesini de istemem…
Geçen hafta kısaca ‘Parti olarak değil ama düşünce olarak kazandık. Siyaset Müslümanları partileri iktidarda olmasına rağmen kaybetti. Ne dedilerse tersi çıktı. Bizim fikrimiz ise dimdik ayakta. Küsmeyelim, yılmayalım’ anlamına gelen bir yazı yazmıştım. Genellikle çok olumlu tepkiler aldım. Ne demek istediğimi çok kişi anlamış.
Ancak en iyi anlayan karşı mahalle olmuş. Siyasi düşüncelerinin yenilgisini anlatan onlarca yazı okudum. Levent Gültekin’in “Şatafatlı Mağlubiyet”inden sonra onlar gerçekten çok değerli yazılardı… Bu konuya önümüzdeki yazılarımda tekrar değineceğim.
Bu hafta hepimizi etkilemeye başlayan ekonomik krizle ilgili biraz bilgi vermek istiyorum.
Basit ama anlaşılır olmasına çalışacağım.
Biz de ekonomik kriz; işsizlik, iflaslar, milli gelirimizin azalması gibi halkın gerçek sıkıntıları olarak algılanmaz. Bunlar zaten vardır çoğu zaman. Biz de ekonomik kriz yabancı paranın, yani döviz girişinin azalması veya zorlaşmasıdır. Biz çift paralı bir ekonomiyiz. Yabancı paramız tükendi mi krize gireriz. Bu hep böyle olmuştur geçmişte.
Şimdi de döviz girişi azaldığı ve zorlaştığı için krizdeyiz.
Krizdeyiz çünkü, yıllık 240 milyar dolar civarında bir döviz girişine ihtiyacımız var ama görünen o ki bu parayı bulamıyoruz. Bulamamamızın sebebi de ihracatımız, turizm gelirlerimiz veya doğrudan yatırımların azalması değil döviz borçlanmamızın azalması.
Bize borç verenler artık önceki koşullarda borç vermek istemiyor. Çünkü geri ödeyebileceğimizden kuşku duyuyorlar, risk ve getiriyi kıyaslayınca yatırım yapılmaz buluyorlar…
Neden peki?
Bize borç verenler emeklilik fonları ve benzeri kamusal kaynaklı ve özel fonlar.
Bunlar rating kuruluşlarının, IMF veya Dünya Bankası gibi kuruluşların raporlarına bakarak yatırım yaparlar yani sizin borçlanma senetlerinizi alırlar. Bizim borçlanma senetlerimiz risk ve faiz getirisi açısından yeterli karlılıkta bulunmuyor son zamanlarda.
Çünkü ekonomik göstergelerimiz kötü. Gelecekte de iyi olacağına dair bir emare yok. Yani güvenilen bir ekonomik yol haritası yok, siyasi irade yok.
Enflasyonumuz bu yıl ne olur? Gelecek yıl ne olur? OVP’miz açıklanmasına rağmen şu olur diyebiliyor muyuz, denilen rakamlara güvenebiliyor muyuz? Güvenmiyoruz. O halde borçta vermeyiz. Çünkü çok açık. Enflasyon en az 25 olacak diyorsak ve bizim Hazine kağıtlarımızın yani borçlanma senetlerimizin faizi bu ise bu kağıtları satamayız. Yani borçlanamayız. Bu kadar basit…
Halbuki borçlanabilmek, düşük faizli borç alabilmek için iyi ve güven veren bir ekonomiye sahip olabilmek gerekir.
Uzun vadede bu ekonomi çökmez, güçlenir, paramı rahatlıkla geri alırım algısı varsa herkes düşük faizle, uzun vadeli ve kolaylıkla size borç verir.
Türkiye öncelikle krizde olduğunu kabul etmelidir. Krizin sebebini doğru teşhis edip tedaviyi kolaylaştırmalıdır. Biz bu hataları yaptık düzeltmeliyiz diyebilmelidir.
Hatalar neler?
En başta, aldığımız borçla üretmiyoruz, tüketiyoruz. Bizi zenginleştirecek işler yapmıyoruz. Bu temel bir hata. Ekonomik yapımızı değiştirmemiz, yapısal reformlarımızı yapmamızı gerektiriyor. Yani, eğitim sistemimizi, hukuk sistemimizi, vergi ve sosyal güvenlik mevzuatlarımızı iyileştirmemiz gerekiyor.
Sonra da kısa vadede tekrar borç vermelerini sağlayacak bir yol haritası yani ekonomik programla çıkıp ‘Benim alacağım-borcum bu, yatırımım-tasarrufum bu, enflasyonum-faizim bu. Bu rakamları kısa ve orta vadede şu şekilde realize edeceğim, siz de bana şu kadar borç verirseniz geri ödeyebilirim görüyorsunuz ki' diyebilmeliyiz.
Aslında bunu dedik. OVP bu idi ama güven duymadılar. Eksik dediler…
Diyenler devletler değil artık biliyorsunuz piyasadaki yatırımcılar ve onlara hizmet edenler. Piyasa aktörleri. Ama devletlerin siyasi etkileri de bitmiş değil…
Bizim sorunumuz kısaca kredibıl olamamak…
İtibar…
Ne uzun vadede ne de kısa dönemde…
Sizce bu iktidar anlayışı ve uygulamaları ile kredibıl olmak mümkün mü?