“Libya Dışişleri Bakanı Diyarbakır Meydanı’nda isyancı PKK’lılara seslendi ve onlara moral verdi” diye bir haber okusanız ne hissedersiniz, neler dersiniz?
Gerçek anlamda sormuyorum. Ne hissedeceğinizi ne söyleyeceğinizi biliyorum. Benim asıl sormak istediğim bunu tersine çevirsek, yani bizim Dışişleri Bakanı gösterilerin yapıldığı Bingazi’deki Tahrir Meydanı’nda muhaliflere seslense ve onları Kaddafi’ye karşı teşvik etse ne dersiniz?
Siz ne diyeceğinize karar verin ben Davutoğlu’nun bir ay önce Bingazi’de muhaliflere Tahrir Meydanı’ndan seslendiğini duymayanlara duyurayım.
Suriye konusunu zaten biliyorsunuz; 1982’de Hafız Esad’ın Hama’da gerçekleştirdiği katliamı da bahane ederek sürekli Beşer Esad yönetimini kınıyor ve muhalifleri destekliyoruz.
“Dün bunların en yakın müttefikiydik, şimdi ne oldu?” demiyorum. Ülkeler için müttefiklilik ayrı bir konu, şahsi dostluklardan farklı bakmak gerek. Ben başka bir noktadayım;
Ermenistan, Azerbaycan, İran, Gürcistan, Rusya, Türk Cumhuriyetleri, Yunanistan, Bulgaristan, İsrail, Mısır ve Irak’la ilişkilerimizin geldiği süreci takip edebildiniz mi?
“Sıfır sorun”lu tek komşumuz var mı?
Düne göre sorunlarımızı çözdüğümüz tek ülke var mı?
Bu dış politika bize ait mi?
***
Hakikaten generallerin ayaklarının yere basması, sivil otoriteyi tanımaları seçilmişlerin önceliği olduğunu bilmeleri gerekiyordu. Tam 2 yıl MSB karargahında, Genelkurmay Karargahı ile çok yakın ve koordineli olarak bakan danışmanı pozisyonunda F-16 Projesinin Mali Danışmanlığını yapmış biri olarak bu durumun ne anlama geldiğini çok iyi bilen biriyim. Sivil olarak kendimi kabul ettirmek için çok mücadelelerim oldu, çok sıkıntı çektim. Askerin yerinin ne olması gerektiği konusunu gayet anlıyorum. “Normalleşme”den veya bazılarının dediği gibi “Demokratikleşme”den en fazla mutlu olanlardanım. Askerin dünyanın geldiği noktayı zamanında görememesinin sıkıntısını çektiği görüşüne katılıyorum. Bunlar tamam ama ben de bir şey söylüyorum; Bu “Demokratikleşme” işi maksadı aştı, aşıyor. İş TSK’nın bir anlamda tasfiyesi gibi bir noktaya doğru gidiyor. Bakın geçen gün Fatih Altaylı bir uzmanın ağzından yazdı. “Orduda ilk tasfiye 1910’da Alman ekolünün getirilmesi ile yaşandı, 2’nci tasfiye 1950-60 döneminde Amerikan ekolünün gelmesi ile oldu. Bu 3’üncü tasfiye…”
Tespit doğru. Peki bu sefer hangi ekol gelecek? Amerikan ekolü mü tasfiye oluyor? Hiç sanmam, kimse de bunu iddia edemez. TSK’nın MSB’ye bağlanmasına zemin hazırlanması da değil bu olanlar… Peki öyle ise olan nedir?
Benim net olarak izah edemediğim, kimsenin de açıklayamadığı nokta budur. Biz “Demokratikleşme” adına bir şeyler yapıyoruz ama ne ve kim için?
Bilmem anlatabildim mi?
Bir şey daha ilave edeyim, çok sürmez Taraf dahil bu iktidar ve yandaşları yere-göğe koyamadıkları Necdet Özel Paşa’yı da tu-kaka ilan ederler. Çünkü, bu zihniyetin askere olan kompleksini tatmin edecek general henüz doğmamıştır. Tahminim Necdet Paşa hiç olamaz…
***
Hanımefendiler, Beyefendiler; Demokratikleşmek, bölgesel güç olmak bana başka bir şeymiş gibi geliyor. Aksini iddia eden bir az düşünsün, sonra Ramazana rağmen küfredecekse günahı boynuna…